YENİ BİR HAYALET KOL GEZİYOR DÜNYA’DA.
Korkuyla terbiye mi, yeni bir savaş türü mü, yoksa ilahi bir müdahale mi? Sakın birilerinin hesabı, planı olmasın bu işte? Kehanet mi, bilim mi yoksa yeni bir Dünya’nın eşiğinde miyiz?
Zafer AYDOĞDU
Fırtına öncesi prova mı?
Galiba ortaklıkta bir şeyler dönüyor. Hava eski hava değil. Havada suda, toprakta, ateşte, tabiatta bir şeyler oluyor, bir kıpırdanma, hareketlenme var. Kuşlar değişimin, dönüşümün haberini veriyorlar. Karıncalar telaş içindeler. Arılar hüzünlü. Kızım Berfin, ‘baba Dünya hasta, arılar ölüyor, Dünya’yı nasıl iyileştirebiliriz’, diyordu. Rüzgar uğulduyor, yeni bir Dünya doğuyor, diye adeta, ‘’Ey insan ne ektiysen onu biçiyorsun’’ dercesine. Ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Herkes bugünlerde bu sözü sıkça tekrarlıyor. Bugünün dünden, yarının bugünden farklı olacağını ifade ediyor tüm bu olanlar. Biz babalar, anneler kederli ve endişeliyiz gelecek için, çünkü nasıl bir Dünya bırakıyoruz çocuklarımıza veya nasıl bir gelecek bekliyor onları, bilemiyoruz.
İstediğimiz, arzuladığımız bir Dünya mı bu Dünya? Görünmeyen, tasavvur bile edemeyeceğimiz şekildeki bir varlık, her şeyi tarumar etti. Tarih boyunca salgınlar, kırımlar oldu. Bu kırım diğerlerinden farklı mı acaba? Ansızın mı yakaladı bizi? Öngörülmüş müydü bu tehlike?
Bizim kuşağın karşılaştığı en korkunç kırımdır bu salgın. Bu kadar yakınımıza gelen başka bir salgın bulunmamaktadır. Var olanlarda hep uzaklardaymış gibi geliyordu bize. İlk kez bu kadar evimize kadar giren bir salgın olmadı. Yaşlı kuşaklar anlatırlardı, bir günde köyde şu kadar çocuk telef oldu çiçekten, kabakulaktan, tifüs veya başka bir kırımdan dolayı. İnsanlarımız salgınlara kırım derlerdi, çünkü binlerce insanı telef eder, ortadan kaldırırdı. Bahadın’da bir ailenin tüm çocuklarını götüren 1937 salgını gibi. Arif Baş蜉 hocanın anlattığına göre, bu salgın 105 çocuğu kırmış. Geriye baktığımızda her birimizin ailesinden birkaç kişiyi alıp götürmüştür bu salgınlar. Gelecekte de korona için aynı hikayeler anlatılacaktır kuşkusuz. Tüm bu ders ve tecrübelere rağmen, acaba çok geç mi fark ettik salgını? Neden bazı hükümetler çok geç hareket ettiler?
Virüs çok önceden biliniyordu, tanınıyordu. Birçok yazar ve bilim insanı böyle bir virüs salgının olacağından 2019’dan da önceleri bahsediyorlardı. Adres olarak da Çin’i gösteriyorlardı. Hatta birçok kitapta da bahsi geçiyordu olacakların. Yani söz konusu virüs durup dururken ortaya çıkmadı. Oysa çeşitli ülkelerin idarecileri ancak Mart 2020’de kamuoyuna açıklamalarda bulundular ve aldıkları önlemleri açıkladılar蜉. Yine de bazı ülkeler ağırdan alsalar da Dünya genelinde birdenbire hareketlenmeler arttı ve insanlar evlerine kapandılar. Çok hızlı bir şekilde toplumlar askeri disiplin ve üslupla hizaya getirildiler. Hele birde ölüm haberleri gelmeye başlayınca, işin ehemmiyeti iyice anlaşıldı. Önce marketler dolup taştı. İnsanlar uzunca bir kışa hazırlanır gibi, gerekli ve gereksiz tüm ihtiyaçlarını fazlasıyla giderdiler. Bir günde sıvı sabunlar ve enfeksiyona karşı kullanılan malzemeler tükenmişti. Raflar boşalmıştı. Bu çok ürkütücüydü. Rafları görünce gözlerime inanamadım. Zaten kızım Sofi beni uyarmıştı, ‘baba bir an önce anti-bakteriyel sıvı sabun alalım, yarın geç olabilir’, diye. Dediği doğru çıktı. Hiçbir markette gliserin sabun kalmamıştı. Galiba uzunca sürecek bir savaşın gelişini haber veriyor gibi, insanlar marketleri doldurdular. Bir ürpertidir ki aldı başını gidiyor. Korku kol geziyor tüm Dünya’da. Korku, korkuyu besler, çünkü korku örgütlüyor, insanları harekete geçiriyor. Korkunun ivme gücü, negatif enerjiye dönüştürücü bir güçtür. Hem içgüdüsel (dürtüler yoluyla), hem edinimsel (öğretilmiş, tecrübeler vasıtasıyla oluşmuş) hem de hegenomik olarak empoze edilmiş (ideolojik veya epistemolojik şartlandırma) korku蜉 mekanizması harekete geçer tehlike sinyalleri verildiği veya algılandığı an. Kaygılar artmaya başladı, acaba ne olacak, bize de bulaşacak mı, diye. Bulaştığı anda ne yapacağız, diye endişeler arttı. Korku virüsten hızlı yayıldı, evlerimize kadar girdi. Evlerimizin, şehirlerimizin her alanını kapladı. Çağlar boyunca iktidarlar korkuyu ve korkutmayı önemli bir güç aygıtı olarak kullanmayı çok severler. Süratle iktidarlar aldıkları önlemleri açıkladıkça, adeta savaş kararı alınmış gibi halk televizyonların başına kilitleniyordu. Sanki korku ve bilim kurgu filmlerindeki gibi açıklamalar yapan ABD Başkanı tonunda (genellikle uzaylıların istilasını konu alan filmlerde olduğu gibi), yaklaşan tehlike insanlara anlatılmaktaydı. Dünyamız adeta bir istilaya uğramıştı uzaylı varlıklar tarafından蜉. Korku herkesin yüzünde, hislerinde kendisini gösteriyordu. Korku yönetmeye başlamıştı ülkeleri ve şehirleri. İnsanlar iliklerine kadar korkuyu hissetmeye başladılar. Adeta neden bu çağda doğdum dercesine. Keşke doğmasaydık diyenlerde vardı.
Peki bu kadar korkutan şey ne, nasıl bir şey?
Korkunun iktidarı ve iktidarların korkusu.
Korku korkutuyor bizi. Korku boşluk, korku yokluk, korku hiçlik. Hiçten çıkan bir virüs, ki 3 milyon virüs ancak bir pirinç tanesi kadardır, tüm insanlığı eve hapsediyor. Yani bir pirinç tanesi koca insanlığı korkutuyor. Pirinç deyince akla Çin gelir. Şimdilerde ise virüs deyince Çin geliyor aklımıza. Elbette tarihte tanıdığımız birçok pandemik salgın hep Çin’den Batıya doğru bir seyir izlemiştir (örneğin veba, kara ölüm, çeşitli grip türleri, Sars, İnfluenza ve en sonunda covid 19). Bu nasıl bir şey ki, nice badireler atlatmış, savaşlar, kıtlıklar ve kırımlar görmüş insanlığı sindiriyor, iliğine kadar korkutuyor bu görünmez varlık. Bu korku nerden kaynaklanıyor? Öyle bir korku ki, mabetler, okullar, çarşı pazar kapatıyor, tüm bir üretim ağı duruyor veya aksıyor, bir cümle hayat adeta ölüyor. Her yere korku hakim oluyor, korkunun iktidarı, iktidarın korkusu gündemi belirliyor!
Evet, Dünya’da bir hayalet geziyor, ev ev, şehir şehir, ülke ülke, en ücra noktalarına kadar kol geziyor hayalet. Bu hayalet öyle bir hayalet ki, yoksuldan zengine, çocuktan yaşlıya, kraldan papaza kadar, tekmil tüm bir Dünya’yı korkuya gark eden bir düşman. İnsanlık adeta bugüne kadar karşılaştığı en büyük düşmanla savaşmaktadır, karşı karşıya gelmektedir蜉. Henüz tam olarak ne olduğu dahi bilinmeyen, insanı eve hapseden bir düşman. Sokaklar, kentler boşaldı. Tüm kamu binaları ve mabetler kapandı. Her yerde korkunun iktidarı oldu. Sokakta birbirlerini görenler uzak duruyorlar, yüz metre öteden çekiniyor, ona göre yönünü belirliyor, veba görmüş gibi kaçıyor insanlar birbirlerinden. Soysal mesafe insanın insandan korkmasını körüklüyor, korkuyu daha da körüklüyor. İnsan insandan korkuyor. Sokakta birisinin öksürmesi anında, herkes korkuyla hızla oradan uzaklaşıyor. Can havli, korkusu insanları temelinden sarstı. Yeni bir başlangıç, yeni bir düzen için adeta adımlar atılıyor. Böyle bir ortam ve iklim yaratıldı. Hava estirildi, deyim caizse. Bu bir algı mı, geniş çaplı bir operasyon mu, yoksa ilerde Dünya ölçeğinde cereyan edecek bir olayın ön habercisi mi? Bir tatbikat mı?
İyi güzelde kim ve kimler yapıyor tüm bu olayları? Niçin ve neden? Doğal mı yoksa suni bir olay mı pandemi? Birçok soru karşımıza çıkıyor. Bill Gates’ten Elon Musk’a kadar Dünya’nın yeni teknokrat zenginleri açıklamalar yapıyorlar. Sanki bu tip milyarderler Dünya’nın yeni efendileri ve yöneticileriymiş gibi bir hava estiriyorlar. Kuşkusuz bu beylerin bir bildikleri olsa gerek. Hele de Bill Gates’in Dünya Sağlık Konseyi’nin bir ferdi olarak 2015’te yaptığı açıklamalarda gündeme gelince, tüm bu olup bitenlerin tesadüf olmadığı en azından ortaya çıkan durumdan kendilerine vazife çıkararak bir takım ‘’anti-human蜉’’ plan ve programlarını adeta uygulamaya koyuyorlar. Bill Gates değil miydi o meşhur demecinde, Dünya nüfusunun çok fazla olduğunu ve düşürülmesi gerektiğini ileri süren? İnsanların çiplenerek kontrol altına alınmasını öneren şahısların sayısı bir hayli arttı. İster istemez insanın aklına türlü türlü şüpheler geliyor. Farklı farklı senaryolar aklımızdan tek tek geçiyor. Zaten medya kanallarında sürekli bu tezler tartışılıyor. Öteden beri bunlar gündemdeydi. Yeni değil bu tezler, tezatlar, tuzaklar! İnsanlığı bekleyen tuzaklar var yolumuzda!
İnsanlık yol ayrımına mı geldi? Yeni bir Dünya ve yeni bir sistem mümkün mü?
Bilindiği gibi devletlerin oluşum tarihi olduğu gibi, ortadan kalma süreci de kapitalist sistemin pekişmesiyle birlikte ortaya çıkmıştır. Önce hanedanlıkların ortadan kalkması, anayasal monarşilerin kurulması, ulus devlet sürecinin hakim olması ve geldiğimiz noktada ise ulus devlet yapılarının ortadan kalma süreci başlamış bulunmaktadır. Zaten ulus devletleri yöneten güçle sermayeyi yönetenler aynı güçlerdir. Feodaliteyi kaldırmak ve pazarları korumak için ulus devlete ihtiyaç duydular, şimdi ise sermaye tüm Dünya’ya yayıldı ve hakim oldu. Söz konusu güçler tüm Dünya sathında adeta bir sermaye hanedanı, imparatorluğu oluşturdular蜉. Artık ulus devletler ihtiyaçlarına cevap vermiyor. Bu yol ayrımından sonra ne tür bir idari sistem insanlığı bekliyor, henüz tam net değil. Bilinen o ki, ya büyük şirketler (ailelere bağlı olarak) dünya hakimiyetini tamamen ele geçirecekler ve devletleri ortadan kaldıracaklar ya da Dünya daha komünal bir yapıya doğru evrimleşecek. Sermayenin en üst düzeyde hakimiyet sağlaması, diyalektik olarak karşıtına dönüşmesini sağlayabilir. Çünkü artık en hat safhaya vardı. En geniş sınırlarına ulaştı. Bilinen o dur ki insanlık sürekli kriz üreten, insanların ve Dünya’nın varlığını tehdit eden bir sistem olan kapitalist sistemden bezmiştir, usanmıştır. İnsanlar ve uluslar türlü oyunlarla sömürülmekte ve köleleştirilmektedirler. Üretimin karşılığı olan para ile sürümdeki para arasında kat kat fark var. Bu demek ki karşılıksız basılan dolarla tüm bir Dünya’yı elinde bulunduran bir güç var. Bu güç insanları ve ulusları karşılıksız paralarla borçlandırmakta. Sürekli bu sahte paralarla, mal, mülk, egemenlik sahası elde ediyor. Ülkeleri kendisine bağımlı kılıyor. Biriken öfke, enerji post-korona sonrası sosyal dönüşümleri tetikleyecek gibi gözükmektedir. George Floyd olayında olduğu gibi, uyarılara rağmen on binlerce insan Hollanda’da ve Dünya’nın her yerinde eylemler ortaya koydular. Yapısal ırkçılığı protesto ettiler. Ya bu öfke ve hoşnutsuzluk düzene karşı dönerse, ne olacak? Onun için egemenler bir an önce insanları çiplemenin peşindeler.
Kapitalizm insan tabiatına aykırı bir sistemdir. İnsan uygarlaşmak, yükselmek isteyen sosyal ve entelektüel bir varlık iken, sermaye insanın kimyasını bozmakta, onu aşağılamakta, ırkçı faşist diktatörlükleri doğurmaktadır. İnsanın insanca yaşamasının önüne geçerek, onu birbirlerini yiyen aç bir kurda (homo homini lupus) dönüştürmektedir. Sonra da dönüp insanın ıslah edilmesi gereken bir mahluk olduğunu ima ederek, sert, güçlü yöneticiler ve yasalar lazım diye, insanların adına onları köleleştiren kurumlar oluştururlar. Güvenliğin sağlanması, sürünün kurda karşı korunması babında, yasalar ve kurumlar oluşturulur. Hele de şu günlerde korkunun iliklere kadar işlediği bir dönemde, var olmak ve yok olmak ile karşı karşıya kalan insanlık, tüm haklarından vazgeçmeye hazırdır. Koranalı günler boyunca birçok sözde demokratik ülkelerin nasıl baskıcı yasaları yürürlüğe koyduğuna şahit olduk. Kimileri demokratik hakkını kullanan insanlara vur emri verdi, kimisi de alenen demokrasi askıya alınmıştır, dedi (Macaristan örneğinde olduğu gibi). Ortaya çıkan durumdan istifade eden egemenler, daha baskıcı yasalara dayanan diktatörlükler oluşturmak için kolları sıvadılar. Bu durumu, halkı soymanın bir fırsatı olarak değerlendiren despotlarda, Sülün Osmanlarda türedi.
Malum 1918 – 1920 İspanya gribi sonrasında Avrupa’da birtakım dönüşümler olmuştu. 1929 New York krizi bu gelişmeler sonunda ortaya çıkmıştır. Daha sonra da İkinci Dünya Savaşı ve sonuçları tüm Dünya’da etkili oldu. Korona süreci sonrasındaki gelişmeler bize olayların seyrini daha da net olarak gösterecek. 1920 – 2020 arası zaman için de birçok virüs ortaya çıktı. Başta ABD olmak üzere birçok ülke biyolojik silahlar üstünde çalışmalar ve deneyler yaptılar (Roosevelt döneminde başlatılan program halen devam ediyor). Son 40 yıl içinde virüslerin (HİV, Ebola, Kuş gribi, Domuz gribi, Sars, İnflüanza ve Covid 19 (Korona) artması ve çeşitlilik kazanması tesadüf mü? Doğal faktörlerin yanı sıra insanın eylemlerinin sonucunda ortaya çıkan durumlarda söz konusu dur! Elbette birçok açıklama yapılıyor, fakat alışılmışın dışında açıklamalarda gerekli. Çünkü sermaye ‘’anasını boyar babasına satar’’.
Komplo mu gerçek mi, insanı aşma ve nüfusu azaltma teorileri?
Korona krizi birçok şeyi açığa çıkardı. Bunlardan bir tanesi de nüfusun bir kesiminin gereksiz, ekonomiye yük ve külfet olduğu düşüncesidir. Çünkü bu kesime yapılan sağlık ve refah yatırımları boşunadır. Yaşları itibariyle, bakıma muhtaçlar. Hem bakım masrafları, sağlık sigortaları hem de bu kesime ödenen emeklilik primleri artık devletlerin (egemenlerin) en büyük külfetleri haline gelmiştir. Kapitalistler öteden beri bu külfetten kurtulmak için çaba sarf ediyorlar (yaptıkları kısıtlamalarla ve halktan kopardıkları ek ödemelerle)蜉. Örneğin emeklilik yaşı yukarılara çekildi veya sağlık primleri yükseltildi. Bazı ülkelerde hizmet verilmedi, insanlar kendi kaderlerine terk edildiler. Özellikle nüfusun yaşlanmasından şikayetçi ülkeler başta olmak üzere, birçok ülke yaşlılık olgusunu bir sorun ve gereksiz bir grup olarak gördü. Kuşkusuz kapitalist sistemin gelişmesinin bir ürünü olarak yaşlılık olgusu gündeme geldi. Kapitalizm üretimi ve pazarlamayı kamçıladı. Genç nüfusun yerini gün geçtikçe yaşlı nüfusa terk etmesi, bu sisteme dahil olan ülkeleri çok değişik tezleri savunmaya yönlendirdi. Bu tezlerden birisi de nüfusun azaltılması düşüncesine dayanmaktadır. Ciddi ciddi, Dünya nüfusunu 500 milyona düşürmeyi düşünen birtakım kişiler ve kurumlar mevcuttur蜉.
Komplo da desek bu teorilerin birçoğuna, aslında hepsinin tarihsel ve bilimsel temelleri var. İste Thomas Malthus’ün蜉 nüfus teorileri ortada. Daha sonra bu tezler sosyal Darwinist tezlerle (Spencer – Nietzche) birleşerek, Neo-Malthuscü (Abel, Postan, Ladurie) düşünceye dönüşmüştür蜉. Nietzsche’nin蜉 ifade ettiği gibi, insan aşılması gereken bir varlık olarak görülmektedir bu ideolojiler tarafından. Nüfusun azaltılması, en azından 500 milyona düşürülmesi ve daha sonra insana alternatif akıllı insanüstü (Übermensch), önce hybrid (melez) ve daha sonra tamamen yapay zekaya dayalı veya insanların ruhlarının aktarıldığı varlıklara dönüştürülmesi programı uzun bir süreden beri uygulanmaya konulmuş bulunmaktadır. Her halde onca bilim kurgu filmi Hollywood tarafından tesadüf yapılmıyor. Ayrıca Çin’inde (ki bunlar Batılıların bilgisi dahilinde icra edilmektedir) bu alanda birçok deneyler yaptığı ve en azından insanları kopyaladıkları tahmin edilmektedir. Neden insanı ortadan kaldırarak aşmak istedikleri konusu çok detaylı bir mesele olsa da geçerken şu kadarını söyleyelim; bu kesimler ciddi ciddi esoterik, mistik, metafizik (Kabala ve diğer dini metinlerden çıkarılan öğretiler doğrultusunda) hareket etmektedirler. Belki bir çoğumuza gülünç gelebilir, fakat birileri halen Tevrat ve İncil temelli programları işletiyorlar. Bilinmelidir ki, Batı toplumları Yahudi ve Hristiyan temelli toplumlardır. Her ne kadar Hellenistik, Rönesans ve Aydınlanmacı düşüncelerde bu silsile içinde bir yere sahip olsalarda, özünde din temelli toplumlardır. Bir taraftan Tanrıyı kıyamete zorlayarak, önce Anti-Christ’i (Deccal) sonra da bekledikleri Mesih’in gelmesini hızlandırmak istiyorlar. Batı’ya hakim olan Evanjelist öğretilerdir. 1980’lerde Roland Reagan boşuna Armegedon (Mecit ovası) ve yıldız savaşlarından bahsetmedi. G. Bush 11 Eylül sonrası başlatmış oldukları savaşı, ‘Haclı seferleri’ olarak nitelendirmişti. Sonra tüm İslam coğrafyası Maşrık’tan Mağrib’e kana bulandı. Tüm Dünya güçleri Suriye savaşıyla birlikte Mecit ovasına (Armegedon) yakın bir yerde konuşlandı. Bir sonra ki hareketliğin temeli atıldı. Önce Bin Laden, sonra İşid oldu, yarın başka bir şey adı altında tekrar aynı tezatlar sürdürülecektir. Bu günlerde neden acaba birileri halen ‘’Al Messiah’’ dizileri yayınlıyor? Hollywood deyip geçmeyin. Orası sermayenin mabedidir! Önce orda kurgulanır, sonra uyarlanır senaryolar! O zaman geriye dönüp bakmalı hangi filmlerle bizleri bu tür virüs salgınlarına, uzaylı istilalarına alıştırmak istediler? Maalesef hayatımız bir sinema haline dönüştü, birileri kurguluyor, oynuyor ve bizlerde izliyoruz. Arkadaşlar bu film yeni değil çok eski. Ta Hz. Musa’ya kadar gider. Firavun’u dize getirmek için 10 çeşit salgın bela edilir Mısırlıların başına. Musa taraftarlarının evleri işaretlenir. Evde kalmaları söylenir. Karanlık bir sis tek tek işaretlenmeyen evlerden alır götürür körpe yavruları. Firavun’un oğlu da dahildir buna. Şimdi hatırladınız mı bu filmi? Zengin yoksul ayırt etmeyen bir salgını (tabii gerçekte öyle mi, ilerde göreceğiz). Bunun yeni bir film olmadığını, hatırladınız mı? Yine İncil söyler: ‘’Önce ne olduysa, yine olacak. Önce ne yapıldıysa, yine yapılacak. Güneşin altında yeni bir şey yok蜉’’, diye. Bu senaryo çok eski bir senaryo dur. Halen uygulanmaktadır. Sakın ola ki efsane zannetmeyin, çünkü birileri halen bu senaryoya inanmakta ve ona göre program ve planlarını yapmaktadır!
Şöyle dönüp geriye bir bakalım, 20ci yüzyılda iki büyük savaş çıktı. Milyonlarca insan katledildi. Niçin, niye ve kimin için bu kadar insan kurban edildi? İki büyük savaşın yanı sıra 20ci yüzyılda, çok büyük çaplı salgınlar da (pandemi) Dünya’yı kasıp kavurdu ve hatta her iki savaştan daha çok can aldı. Ayrıca hegenomik savaş farklı şekillerde devam etti. Soğuk dense de bölgesel olarak çıkarılan savaşlarla milyonlarca insanın hayatına mal oldu (Kore, Vietnam, Filistin, Afganistan, İran-Irak, Körfez ve sözde Afrika kabile savaşları ortada). Hem 20ci yüzyılın sonu savaşlarla kapandı, hem de 21ci yüzyıl kavga ve savaşlarla başladı. Kapitalist-Emperyalist sistemin tabiatı bu. Savaşsız var olmaz. Kendisini yeniden üretemediği taktirde daralan pazarların açılması, yeni pazarların elde edilmesi, kaynaklara hakim olmak için, muhakkak bir çatışma, çelişki yaratır, sonrada savaş sanayisi ve paralı orduları devreye girer. Dünya savaşını gelinen noktada göze alamadığı için, bölgesel savaş ve çatışmalarla ya da birtakım ülkelerin içsel çelişkilerini körükleyerek, emellerine ulaşır. Yeniden pazarı düzenlemek, hakimiyet alanlarını belirlemek için, sermayenin el değiştirmesi, mülksüzlerin artması gibi iktisadi dolaşım sürecinin bekası ve daralan sistemin genişlemesi (meta – sermaye dönüşümü) için savaşlar ve çatışmalar kaçınılmazdır. Dünya savaşları yerlerini bölgesel savaşlara bıraktı. Bölgesel savaşların maliyetinin büyük olması ve emperyalist ana kıtada yol açtığı huzursuzluklar sonunda, vekalet savaşları (proxy war) diye sıfatlandırılan daha sinsi sofistike savaş usulleri geliştirildi. Kapitalist %300 kar için gerekirse Dünya’yı yok eder (Marx). İşte geldiğimiz nota bu. Dünya’yı %300 kar için sıfırlamak isteyen bir sistem ve bu sistemi idare eden bir avuç şeytani güruh ile karşı karşıyayız蜉.
Önce insanı insanlıktan, tüm erdemlerinden uzaklaştırdı. Sonra onu kendi türüne ve doğaya düşman etti. Şimdide insanı ortadan kaldırıp, aşmak için projeler geliştirmektedir. Sermayenin kısa tarihi bir kez daha göstermektedir ki, onun nazarında Dünya’nın ve insanlığın hiçbir kıymeti yok. İnsan aşılması gereken bir varlıktır onun için, çünkü sermaye kendi kendine bir fetiş haline dönüştü. Ona tapanları yutan bir canavar, Leviathan. Söz konusu canavarın adı çok ötelere gidiyor. O kadar geriye gitmeyeceğim. Kabe ve diğer mabetlerde İslam öncesi faklı ilahlar vardı. Kabe’nin üstünde Hubel, içinde ise Lat, Uzza ve Menat putları vardı. Lat bir bakıma ilah veya mutlak otoriteyi temsil ediyordu. Uzza ise güç kuvvet manasına denk geliyor. Oysa Menat’ın manası Sami dillerinde ‘mny’ veya ‘money’. Bizde eskiden mangır denirdi. Yani para karşılığına denk düşen bir kavram. Geçmişte Rus para birimiydi. Bugün halen Azerbaycan ve Türkmenistan’ın para birimi. Kısacası ‘money’ kavramı İslam öncesi Sami kavimlerinin ilahı olan El Menat’tan türemiştir. Tek gözlü menat (myn), sayma, diyet ödeme, ölüm ve kader gibi manaları içermektedir. Demek ki Hubel’in çocuklarının manası: Otorite, Güç ve Para manasında kullanılan semboller di. Bugün halen geçerli olan şey yani ‘para’ gücü, iktidarı ve otoriteyi temsil ediyor. İnsanın kaderini belirliyor (anladınız mı niye yazı tura atarız para ile?). Adeta ölümle yaşamı belirliyor. Geldiğimiz noktada Dünya’ya hakim olan güç, insanı aşan, onun yarattığı ve aynı zamanda taptığı put ‘mny’ (money) değil midir? Demek ki para halen insanların taptıkları tek gözlü put Menat (1 dolardaki piramidin üstündeki tek göz kimin gözü acaba?). Paranın fetiş karakterinin tarihsel ve metafizik kökleri (ekonomi politiğin dışında) nerelere dayanıyor ve insanlar neden tapıyorlar, her halde biraz daha netleşti. Gerçi Hallac-ı Mansur zamanında söylemişti: ‘’Sizin taptığınız ilah, ayağımın altında, inanmıyorsanız gelin bakın’’ demişti. Ayağımın altında dedeği şey (önceden gömdüğü) altın paraydı. Kazıldığı zaman görülmüştü. Yine de Tanrıya hakaretten (Enel Hak) derisi yüzüldü, çarmıha gerildi o büyük insan. Bugün Hallac-ı Mansur tamamen haklı çıkmıştır. Para bir tılsım, şirk, fetiş, puttur. Bu puta karşı Hz. Isa’da mücadele etti (Süleyman tapınağını temizledi, tekme tokat kovdu tefecileri), Hallac-ı Mansur’da. İkisinin de akibeti ortada. Hz. Muhammed ve Hz. Ali’nin Kabe’deki putları temizlemelerin manası da budur. Çünkü Kabe İslam öncesi aynı zamanda bir Pazar ve panayırdı. Paranın ve ticaretin merkeziydi.
İktisadi ve siyasi yorumlar bir tarafa, ahlaki ve dini bir izahatı yok tüm bu olanların. Kar, daha fazla kar hedefleyen bir sistem hiçbir zaman insancıl ve ahlakı olmaz. Rahmani bir yanının olması beklenemez. Olsa olsa şeytani蜉 bir düzen insanlığı yok etmek, en azından köleleştirmek istemektedir. İnsanları kendi evlerine hapis ederek, mahkum etmek isteyen bir sistem, ne derece insancıl olabilir? Komşular komşularla görüşmüyor. Ne kapıyı ne pencereyi açıp, bir selam dahi vermiyorlar. Çocuklar çocuklarla oynamıyor, okullar, oyun bahçeleri ve tüm diğer çocukların oyun ve spor mekanları kapalı. İnsanın insandan koktuğu, annenin ve babanın evlatlarını görmediği bir dönem yaratıldı. Tüm bunlar neyi gösteriyor? İnsanlık nereye doğru gidiyor, diye birçok soru aklımıza geliyor. Pandemik korona salgını birçok gerçeği ortaya çıkarmaktadır. Önümüzdeki dönemde olanları daha net göreceğiz.
İnsanlığın nasıl yok edildiğini yıllardır seyredip izledik. Bu yok etme ve insanı sıfırlama süreci Covid 19 salgınıyla daha da hızlandı. Adeta salgını bir fırsata çeviren Dünya’nın hakimleri, tüm ülkeleri kapsayacak şekilde bir deney ve gelecekte atmak istedikleri adımların provasını, yaptılar. Tüm bu olanlar sıradan bir yarasanın yenmesinden dolayı ortaya çıkan bir vaka değil. Gün gibi aşikar ortada. Daha planlı ve programlı bir eylem olduğu ortada. Eğer birçok yazar, araştırmacı ve analistler tarih ve yer belirterek, 2020’de olacak olaylara dikkat çekiyorsa, ne derece tüm bu olanlar tesadüf? Kuşkuşuz sonuçlarını hafife almak doğru olmaz. Malum insanların hayatı söz konusu. Fakat biraz da alışılmışlığın dışına çıkarak meselelere bakmak lazım. Çünkü bugüne kadar hegemonik sistem bize hep, ‘’canbaza bak canbaza’ oyunları ile başka hedefleri gösterdi veya üç maymunu oynadı. Oysa sistem çatırdıyor. Sistem el değiştiriyor. Bizler evlerimizde hapisteyken, yeni aktörler Dünya sahnesine çıkıyor. Ve biz yoğuz. Can havlindeyiz.
İbn-i Haldun’un (Mukaddima, 1377), ifade ettiği gibi devletlerin veya hanedanların hakimiyetleri ancak 120 yıllık bir döneme tekabül eder. Devlet veya bir asabiyete dayanan güç ancak 120 yıllık zaman diliminde gücünü ve ihtişamını korur, sürdürür. Daha sonra çürür ve düşüş başlar. Aynen insan hayatında olduğu gibi, devlette doğar, gelişir, büyür ve ölür. ABD emperyalizmi İngiliz emperyalizmin devamıdır. O da daha önceki imparatorluklardan devraldı gücü. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu’dan. Kısacası güç tarih boyunca Doğudan Batıya doğru el değiştirmiştir. Hani deriz ya, ‘’mahkeme kadıya mülk değildir蜉’’ diye, güçte kimseye yar olmaz. El değiştirir. Gücün tarihi bunu çok bariz bir şekilde göstermektedir. ABD emperyalizmi kapitalist sistemin hamisi olarak miladını doldurdu. Bocalama sürecine girdi. Ne İngiltere ne de Avrupa Birliği bu sistemin hamiliğini üstüne alacak güç ve kudrete sahip değiller. Çünkü onlarda sallantı ve çöküntü içindeler. Brexit çözülme sürecinin resmi olarak başladığını ifade etmektedir. Artık her şey sallanıyor. Hegel’in蜉 ifade ettiği gibi ‘’Weltgeist (Dünya’nın Tini)’’ en hat safhaya ve sınıra varmıştır (Doğudan Batıya doğru). Nede güzel ifade etmiş üstat, değil mi? Amerika geleceğin ülkesi, fakat aynı zamanda Dünya tarihinin sonu, diye? Şimdi bu kehanet yerine mi geliyor? Tarihin sonu derken, tarihin bittiği değil, yeni bir döneme ve sürece geçeceğini, bir döngünün bir başka döngüye doğru gelişeceğini ifade etmektedir (MS. 30’başlayan hut veya balık çağından kova çağına geçiş 2030). Bir bakıma Dünyamız boyut değiştiriyor (5G’nin uygulamaya bu karanlık günlerde geçmesi manidardır). Eski değerler, güvenli zannettiğimiz her şey sallanıyor, birbir çözülüyor. Hiçbir şeyin garantisi yok bu Dünya’da. Evet, koronalı günlerde, bizler evlerimizde otururken, Dünya üstündeki güç (hegemonya) el değiştiriyor. Güç başladığı yere tekrar dönüyor: ‘’Çin’’. Son otuz yılda Çin’e sermaye akışı hızlandı. Tüm Batı’nın sanayisi Cin’e taşındı nede olsa sermayenin vatanı yok. Çin zaten geçmişte de Dünya üretiminin çok büyük bir kısmını elinde bulunduruyordu (1750’lere kadar). Tekrar Batı sermayesi (Rockefeller – Rotschild) ve Li ailesi Çin’i güçlendirdiler. Hatırlarsanız 1918 – 1920 tarihlerinde de pandemi vardı ve 100 milyona yakın insanı yok etmişti. İspanya gribi dense de asıl geldiği ülke ABD idi (askerler yoluyla). O zamanda Dünya üzerinde süregiden bir hakimiyet mücadelesi vardı (1870 – 1920). Tüm eski imparatorluklar yıkılmıştı. 1945 sonrası oluşan sistemin sonuna geldik. Emperyalist sistemin doğuşu Dünya’yı büyük felaketlere sürükledi. Ümit ediyoruz ki, sonu da insanlığı gerçekten özgürlük, eşitlik ve kardeşliğe götürür.
Peki tüm bunlar neden oluyor?
İnsanlar akıllı varlıklar değiller mi?
Anlaşıp, birlikte hareket ederek, yardımlaşarak sorunlarını çözemezler mi? Maalesef insanlar yanlış tanrıya tapıyorlar. ‘Apaçık ki kendi düşmanlarına tapıyorlar’. O ki, onları kendi tabiatından (fıtratından) uzaklaştırıyor. Kendi kendilerine düşman ediyor. Her gün savaş çıkararak insanları birbirlerine düşman ediyor. Ey insanoğlu gerçek düşmanını bil ve tanı! Hani diyordu ya şair Ahmet Arif;
Bunlar,�Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar,�Aşımıza, ekmeğimize�Göz koyanlardır,�Tanı bunları,�Tanı da büyü..
Adiloş bebem artık tanı gerçek düşmanını
İnsanlık ortak düşmanını tanımak zorunda. Yoksa insanlık ve Dünya yok oluşa, teslim olmak zorunda. Var olmayı savunma pahasına da olsa, yokluk ile mücadele etmek zorundayız. Yokluk yok eder korona virüsü gibi, varlık var eder, sevgi gibi, barış gibi, kardeşlik gibi. Çünkü insan başka bir insanın kalbinde olduğu sürece, onun cemalinde yansıdığı sürece vardır. Koronalı günlerden çıkaracağımız birçok ders var. Bir kez daha görülmüştür ki, bu katil virüs ırkçı faşist bir virüstür蜉. Fevkalade zengin yoksul ayrımı yapıyor. En garip gureba kesim mağdur oluyor. Toplumun en zayıf halkasını oluşturan yoksullar ve yaşlılar virüsün hedefindeki kitle. Virüs sistemin hedefleri doğrultusunda çalışıyor. Öyle ki sistemle anlaşmış. Orta ve küçük ölçekli şirket ve işletmeler tarumar edildi. Yaşlı ve hastalar ayıklandı. Bu şekilde sağlık ve emeklik kasaları rahatladı. Milyonlarca insan işinden oldu. Sistem sertleşti. Toplumlar disiplin altına alınarak, militarize edildiler. Sokaklar caddeler işaretlendi. İnsanlar adeta mezbahadaki gibi gruplar halinde ayrıldılar. Maskelerle dolaşan insanlar korkuyu artırdılar. Ulus devletlerin insanların sağlık güvenliğini sağlamakta yetersiz olduklarını, bunu ancak şirket devletlerin sağlayacağı algısı oluşturuldu (sahte bir algı). Sonra var olan Avrupa Birliği gibi birliklerin bu tür durumlarda hiçbir faydasının olmadığı gerçeği de ortaya çıktı. Kısacası onlarca yıl çabayla elde edebileceği avantajı, bir iki ay içinde bir virüs ile alan sistem, bundan sonra nelere muktedir olduğunu, çok yakında göreceğiz. Kuşkusuz halen iki seçenek var önümüzde: ‘’Ya barbarlık ya uygarlık’’. O ‘büyük insanlığı’ savunmaktan başka çaremiz var mı?
STRONTIUM 90
Acayipleşti havalar,�bir güneş, bir yağmur, bir kar.�Atom bombası denemelerinden diyorlar.
Stronsium 90 yağıyormuş� ota, süte, ete� umuda, hürriyete� kapısını çaldığımız büyük hasrete.
Kendi kendimizle yarışmadayız, gülüm. �Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz,�Ya dünyamıza inecek ölüm.
N. Hikmet Ran










