Manifesto
Kitabi PDF oku
Aleviler
Kitabi PDF oku
Şiir cikini
Kitabi PDF oku
Soframdaki siirler
Kitabi PDF oku
Siir antolojisi
Henuz PDF hazir degil

Home » Tarih » CENNET NEREDE

CENNET NEREDE

CENNET
Yıllardır bu konuya dikkat çekmek istiyorum.
Ismet Gedik
Cennet Nerededir?
Neden “öteki dünya” diye bir kavram oluşturulmuş?
55. sure: Er-Rahman Suresi “Cennet” hakkında bilgi veren en önemli suredir.
55:46 – Rabbinin makamından korkan kimselere İKİ CENNET vardır.
55:48 – İkisinin de çeşitli ağaçları, meyvaları vardır.
55:50 – İkisinde de akıp giden iki kaynak vardır.
55:52 – İkisinde de her türlü meyvadan çift çift vardır.
55:62 – Bu ikisinden başka İKİ CENNET DAHA vardır.
55:64 – (Bu cennetler) yemyeşildirler.
55:66 – İkisinde de fışkıran iki kaynak vardır.
55:68 – İkisinde de her türlü meyva, hurma ve nar vardır.
Şimdi soru şu: kutsal kitabımızda 2+2 = 4 adet cennetten söz ediliyor. Bu nasıl açıklanır?
(Bu soruyu Diyanet işleri başkanlığı ilgililerine -15 kişiye- ve İlahiyat Fakültelerinden yine 15 profesöre de yönelttim, ama hiçbir yanıt gelmedi)
Şimdi bu konuyu jeolojik- arkeolojik verilerden yararlanarak, doğa-bilimsel bakış açısıyla biz açıklamaya çalışalım.
13 – 125 bin yılları arası dünyamız iklimi çok soğuktur ve Würm-buzul devri denilen bir dönemden geçmektedir (İmbrie ve diğ. 1984, Hays ve diğ. 1976).
Buzullar denizlerdeki suyun buharlaşıp, kar ve buz olarak karalarda depolanması sonucu oluştuğundan, denizlerdeki su seviyesi, karalardaki buzul miktarına denk gelecek derecede düşüktür; bu da sıcaklığının en düşük olduğu 20 binyıl öncesinde yaklaşık 130 metrelik bir deniz seviyesi alçalması demektir. Deniz seviyesinin bu kadar alçalması, en fazla coğrafik değişikliği Basra-Hürmüz-boğazı arasındaki bölgede gösterir (Meteor-Forschungsergebnisse, 1971). Çünkü Basra körfezinin en derin noktası yaklaşık 90 metredir ve Dubai – Bander-e Lengeh hattının hemen batı tarafında bulunmaktadır. Dubai – Bander-e Lengeh hattı ise yaklaşık 70 m. derinlikte bir sırt şeklinde İran ile Dubai arasında uzanır. Bu coğrafik özellikler nedeniyle, deniz seviyesi 130 m. düşünce, tüm Basra Körfezinden deniz çekilmiş olur ve bu devasa bölge, iki tane büyük ırmakla sulanan çok verimli bir ovaya dönüşür. Sadece güney-doğu ucunda 15-20 m. derinliğinde sığ bir göl kalır. Bu gölün suyu da, birkaç yıl içinde tatlı suya dönüşür. Üzerinde ise birkaç tane adası vardır ve bu adalarda da yoğun insan yaşamı vardır.
Kuzeydeki Zagros dağları kar ve buz örtüsü altında, güneydeki Arabistan düzlüğü susuz kurak bir bölge olarak yaşama pek imkan vermez iken, bu devasa ova, hem soğuk kuzey rüzgarlarından korunmuş olması, hem deniz seviyesinin bile altında olması ve iki büyük ırmak tarafından sulanır olması nedeniyle, orada yaşayan insanlar için büyük bir nimettir. Bu verimli ovada her tür meyve ve sebze bol olarak yetişmekte, onlara bağlı olarak da yoğun bir hayvan topluluğu bulunmakta, bu ise avcılık ve toplayıcılıkla geçinen o devir insanları için olağan-üstü bir yaşam ortamı sunmaktadır.
Şekil: 20 bin yıl önceleri, Basra-Hürmüz Boğazı arasının paleocoğrafik görüntüsü.
Şekildeki harita Alman araştırma gemisi Meteor’un (1971) verileri, Roberts (1984), Swift and Bower (2003), Yao (2008) ve Würm-buzul çağına ait diğer jeolojik bilgilerden yararlanılarak hazırlanmıştır.
Şimdi bu ideal CENNET-ÜLKENİN sonunun nasıl olduğunu görelim.
Buzul devri süresince en ideal yaşam yeri olan bu CENNET-ÜLKE, buzul sonrası dönemdeki insanlık için tam bir işkence ortamına dönüşmüştür. Çünkü yüksek dağların (Zağros Dağları) tepelerinde ve yamaçlarında bulunan buzul örtüleri, iklimin gittikçe ısınması nedeniyle ergimeye başlamışlar; buzulların ergimesiyle oluşan sulara, buzul örtüsü altındaki donmuş topraktaki buz kristallerinin de ergimesiyle, akışkan bir çamura dönüşen toprak da eklenir; böylelikle vadilerde her yıl tekrarlanan büyük çamur ve sel felaketleri oluşmaya başlar. (Jeolojide solifluksiyon olarak bilinen olay).
Her yıl tekrarlanan bu çamurlu sel felaketlerine, bir yeni felaket daha eklenir: Deniz ilerlemesi ve yükselmesi. 15 bin yıl öncelerine gelindiğinde, dünyadaki sıcaklık artmış ve buzullar tekrar ergiyerek deniz seviyesini yükseltmeye başlamıştır. 14 bin yıl önceleri, deniz tekrar Basra Körfezine girmiş ve CENNET-ÜLKE yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştır. Denizin istila ettiği düzlüklerde yaşayan insanlar:
►-ya ırmak vadileri boyunca kuzey-batıya doğru gitmek,
►- ya kuzeydeki Zagros dağları yönünde,
►- ya güneydeki Arabistan düzlüklerine
►- ya da, bu devasa ovada rastlayacakları 50-60 m. yüksekliğindeki yükseltilere sığınmak zorunda kalmışlardır.
Bunlardan ilk üç şıktan birini tercih edenler, bu felaketler zincirinden kurtulmuşlardır. Ama son seçeneği tercih edenler (ve daha önceleri zaten bir ada üzerinde yaşayanlar) için işkenceler daha yeni başlamaktadır. Çünkü onlar bu yükseltilerde hapis edilmişlerdir! Deniz seviyesi her yıl yaklaşık 1 cm kadar yükselmektedir dolayısıyla, Basra-körfezinin tekrar denizle kaplanması –yani sel felaketleri ve deniz seviyesi yükselmesi- yaklaşık 7-8 bin yıl daha sürecektir (Brentjes (1981)).
Gittikçe sulara gömülen ve her yıl sürekli sel felaketlerine maruz kalan adalarda mahsur kalan yabani insanlar, bu zor durum karşısında çare arayışına girerler.
Adanın çevresine set şeklinde duvarlar örmek, taşkınlara karşı alınacak tek önlemdir. Duvar örme ve sürekli olarak bu duvarların yıkılan kesimlerinin onarımı için belli insanların görevlendirilmesi gerekmiştir. Duvarcıların geçimini sağlayacak besin maddelerini de başkalarının temin etmesi gerekmiş, bu şekilde insanlar arası karşılıklı bağımlılık sistemi, yani toplumsallaşma başlatılmıştır!
Buzulların ergimesiyle oluşan çamurlu sel felaketlerinin en korkuncu, en son “buzul” kütlesinin ergidiği yıldır. Çünkü en son yıla kalan buzlar, son yıl ergimeye başladıklarında, suyla dolu bir balon gibidirler. Daha önceki yıllarda buz kütlesinin dış-zarı gibi az bir kısmı ergirken, son aşamada tüm kalan buz kütlesi aniden sıvılaşır ve patlayan bir balondan boşalan su misali, çevresinde çok büyük hasara yol açar. Bu son sel felaketinde boşalan su, daha önceki yıllarda boşalan sudan onlarca kat fazladır. İşte tufan denilen olay bu son yılda gerçekleşir. Sözün kısası, CENNET-ÜLKEnin adalarında hapis kalan insanlar, zorluklarla mücadele ederek, bilgi düzeylerini geliştirmişler, karşılıklı hizmet-alış-verişi sistemi olan toplumsal hayatı başlatmışlar, ama son tufan olayıyla birlikte, yaşadıkları adadan sallarla, sandallarla, vs kaçarak, kendilerini kaderlerine terk etmişledir. Bilgi düzeyleri diğer çevre toplumlarına göre, inanılmaz derecede yüksek olan bu insanlar, ulaştıkları yerlerdeki insanlarca, “efendiler”gibi muamele görmüşlerdir.
Arkeolojik bulgular, bereketli hilal denilen bölgedeki bu muazzam gelişmenin Sümerler denilen bir kavmin buraya gelmesiyle başladığını ortaya koymaktadır. Sümer ismi, yörede yaşayan semitik (Arap-İsrail) ırka mensup Akad’ların dilinde “land of the civilised lords = kültürlü efendilerin ülkesi” anlamında “Sumeru” sözcüğünden gelmektedir. Sümerler ise kendilerini “the black-headed people = kara başlı toplum” olarak tanımlamışlar ve denizden iki-ırmak ülkesine geldiklerini belirtmişlerdir (Ceram 1972). Sümerler insanlık tarihinde yazı yazmayı ve yazılı belgeler oluşturmayı ilk defa bulan ve uygulayan kavim olarak büyük önem taşır. Arkeolojik kazı verilerine göre, Sümerlerin tarihi tufan öncesi ve tufan sonrası olarak iki farklı döneme ayrılmaktadır. Tufan öncesi dönemin Dilmun denilen ve yaratılışın ilk başladığı yer olan bir adada geçtiği, insanlığın o dönemde çok mutlu olduğu ve altın çağını yaşadığı belirtilir. Dilmun aynı zamanda güneşin doğduğu yer olarak da tarif edilmiştir.
Bu şekilde atalarımızın kafasında, eskiden mutluluk içinde yaşadıkları bir (Dilmun, Eden (Adn), Cennet bahçesi) ve tufan sonrası geldikleri günümüz dünyası diye iki farklı dünya kavramı oluşur. Yani öteki-dünya diye bir kavram oluşturulmasının tek nedeni budur. Diğer taraftan, Sümerlerin doğa anlayışı statik sistemli olduğundan, dinamik sistemli doğum-ölüm döngüsünü anlayamamışlardır. Bu nedenle de hayata bir anlam veremediklerinden, öteki dünya şeklinde bir tasarım, onların hayata bir anlam kazandırma yöntemi olarak (yani öteki dünya gibi yerde ebedi bir hayata devam edileceği gibi yorumlamak) onların işine gelmiştir.
Şimdi önce “Öteki-dünya” ile “cennet” arasındaki bağlantıyı oluşturalım:
Cennet Neresi?
Kutsal kitaplara göre,
– Allah önce ışığı (geceyi gündüzü) yaratır (1. gün);
– Sonra gök kubbeyi yaratarak, gökteki tatlı sularla yerdeki tuzlu suları birbirinden ayırır (2. gün);
– Sonra yeryüzünde karaları denizlerden ayırır ve karalardaki bitkileri yaratır (3. gün);
– Sonra güneşi, ayı ve diğer ışık kaynaklarını (4. gün);
– Sonra denizlerdeki hayvanları ve havalardaki kuşları, (5. Gün);
– Ve en son olarak da, dünyadaki tüm bu yaratıklardan yararlanması için insanı yaratır (6. Gün). (Tekvin, 1.Musa, Martin Luther tercümesi -Bibel)
Görüldüğü üzere kutsal kitaplarda anlatılan tüm bu olaylar yeryuvarının ve hayat sisteminin oluşumunu açıklamaya çalışan görüşlerdir ve hepsinin Dünyamız üzerinde olduğu belirtilmektedir. Dolayısıyla Âdem’le Havva’nın ilk yaratıldığı yer dünyamızda bir yerdir.
Dünyamızdaki bu ilk yaratılış noktası Cennet olarak tanımlandığına göre, o Cennet, dünyada bir yerde olmak zorundadır. Daha sonra, Âdem’le Havva bir “günah” işledikleri için, Cennetten kovulurlar. Peki, Cennet neresiydi? İnsanlar nereyi terk edip, nereden nereye geldiler?
Bu sorunun yanıtı ise 10 -15 bin yıl öncelerinin coğrafik görüntüsünün tasarlanabilmesinden geçer:
– Buzul devri süresince dünyanın diğer yerleri soğuk ve kuraklık içindeyken, “Basra- Hürmüz Ovası” diye adlandırdığımız bu 15- 20 bin-yıl-önceleri-ovası üzerindeki yaşam koşulları diğer bölgelere göre çok daha iyidir. Bu nedenle burada yaşayan insanlar bu ılıman ve verimli ortamın çevredeki soğuk ve kısır yörelerden farklı olduğunun bilicindedirler.
– Buzul devrinin sona ermesiyle, hem sel felaketleri başlar, hem de deniz seviyesi yükselmeye başlar.
– Deniz seviyesi yükseldikçe insanlar ovadaki yükseltiler, tepeler üzerine çekilirler; ama bu yükseltilerin deniz içinde bir adaya dönüşeceğinden habersizdirler. Bu adalar üzerindeki yaşam 3–4 bin yıl kadar sürer. Doğa ve dünya hakkında çok az bilgi sahibi olan bu insanlar için, üzerinde yaşadıkları ada “dünya” olarak kabul edilir, çünkü binlerce yıldır çevrelerinde başka bir kara parçası olduğundan habersiz olarak bu ada üzerinde yaşamaktadırlar.
– Buzul devrinin sona ermesi sonucu başlayan ve her yıl sürekli tekrarlanan sel felaketlerine karşı adalarının çevresine duvarlar örerek yıllık taşkınlardan kendilerini korumaya başlarlar. Ama deniz seviyesi yükselmesi, ~12–13 bin yıl öncelerinden başlayarak, ~6–7 bin yıl öncelerine kadar sürekli devam eder (yılda 1cm kadar). (Bu konuda Atlantis’in yazarı Eflatun’un Kritias ve Timaios adlı eserlerine bakınız).
– Yaşadıkları bu dünyanın (adanın) neden suya gömüldüğünü anlayamayan insanlar, “bir günah işledikleri için dünyalarının tanrı tarafından ceza olarak sulara gömüleceği” inancındadırlar.( Eflatun- Kritias ve Timaios)
– Gelecek bahardaki taşkınla birlikte adalarının tamamen suya gömüleceğini fark eden insanlar sal, kayık vs. gibi vasıtalar yaparak, bilinmeyen bir geleceğe kendilerini terk ederler.
– Dalgalar ve akıntılar tarafından günlerce bu şekilde deniz üzerinde sürüklenen insanlar, kıyıya çıktıklarında, eski dünyalarından kovularak bu yeni dünyaya geldiklerini sanırlar; vs..
– Yeni geldikleri bu yer parçasının eski yaşadıkları ortama hiç benzememesi ve insanların “cennet dedikleri bir yerden” günümüz dünyasına gelmiş olmaları, işte böyle bir olayın sonucudur.
Şimdi neden 2+2=4 cennet konusunu aydınlatmaya çalışalım.
Yukarıda verilen “CENNET-ÜLKE” haritasında, GD ve KB olarak işaretlenmiş iki farklı bölgeyi düşünün. Çok farklı konumdalar ve çok farklı çevre-şekillerine sahipler. O zamanın insanlarının coğrafik bilgileri de çok sınırlı. Doğal olarak o bölgede yaşayan insanlar bu ırmakları farklı adlandıracaklardır. Örn. KB’da yaşayanlar Dicle ve Fırat olarak adlandırmışlardır. GD’dakilerin nasıl adlandırıldığını ise şu paragrafları okuduktan sonra anlayacaksanız:
“7. Böylece Efendi Tanrı topraktan insan yaptı ve onun burnuna hayat nefesini üfledi. Ve böylelikle insan canlılık kazandı.
8. Ve Efendi Tanrı doğuda (Kudüs gibi kutsal topraklara oranla, Eden Bahçesi (Cennet), “doğuda” olacaktır; Basra Körfezi dibindeki eski verim¬li ovalar da, doğudadır!) bir yerde Eden bahçesini dikti ve yarattığı insanı bu bahçenin içine koydu.
9. Ve Efendi Tanrı, yeryüzünde, güzel görünüşlü ve tadlarına doyum olmayan ağaçlar büyüttü, ve bahçenin ortasında, iyi ve kötüyü ayırt etme ağacını, hayat ağacını yeşertti.
10. Bu Eden bahçesinde, bahçeyi sulamak için bir ırmak akıyordu, ve orada dört kola ayrılıyordu.
11. Birinci kolun adı Pişon’du ve altın ülkesi Hevila yöresinde akardı;
12. ve bu ülkenin altını değerlidir. Orada ayrıca Bedolak-zifti ile Şoham süstaşı bulunur.
13. İkinci ırmağın adı Gihon olup, Kuş ülkesi yöresinde akar.
14. Üçüncü ırmağın adı Dicle olup, Asur ülkesinin doğusunda akar. Dördüncü ırmağın adı Fırat’tır.
15. Ve Efendi Tanrı insanı alıp, bahçeyi işleyip bakması için Eden bahçesine bıraktı.” (Tekvin, 1.Musa, 1.2 bab, 7-15; Martin Luther tercümesi -Bibel)
Bu paragrafları okuduktan sonra, Kurandaki o ayetlerin anlaşılması kolay olmadı mı?
SONUÇ: Tevrat ve Sümer belgeleri okunmadan ve gerekli doğa bilimsel veriler bilinmeden, yukarıda verilen Kuran ayetleri, asla anlaşılamazlar. Bu nedenle Kuran’ı anlayabilmek için eski kitapların okunması – ve doğa-bilimlerinin bilinmesi şart ve gereklidir.
Şimdi de, bir başka yaklaşımdan giderek, ebedi bir “öteki dünya” hayatının mümkün olamayacağını gösterelim.,
Ebedi bir öteki dünya hayatı neden mümkün değildir?
İnsanların ölümden sonra öteki dünya diye bir yerde ebedi olarak yaşadıklarını düşünelim. İnsan (Homo sapiens türü) yaklaşık 2 milyon yıldan beri vardır. İn¬sanların yaklaşık 20-25 yılda bir evlenerek nüfuslarının yeni doğum¬larla arttığını ve yaklaşık 50 yıllık bir ömürden sonra da öldüğünü ve öteki dünya gibi bir yerde ebedi hayatlarına devam ettiklerini (yiyip-içtiklerini, sevişip-çoğaldıklarını, vs.) düşü¬nüp, şimdiye dek kaç kişinin orada birikmiş olduğunu hesaplarsak, 10 üzeri 100 den büyük devasa bir sayı ile karşılaşırız.
Evrende belli sayıda atom-altı-ögesi vardır ve bunların sayısı yak¬laşık 10 üzeri 80 olarak hesaplanmıştır. Yani deri, kemik, taş, toprak gibi maddeleri oluşturan proton + nötron + elektron ögelerinin top¬lam sayısı 10 üzeri 80 kadardır. Bir hücrede milyarlarca proton + nöt¬ron + elektron bulunduğuna göre, evrenin herhangi bir yerinde 10 üzeri 100 gibi devasa sayıda insan toplanması hiçbir fizik-kimya bilgisine uymamaktadır, çünkü onları oluşturacak kadar proton + nötron + elektron evrende mevcut değildir.
Bu nedenle doğada ebediyet diye bir şey yoktur ve her şey atom-altı ögelerin salınım-düzlemleri, salınım adımları, spinleri, elekt¬rik-manyetik alanları vs. gibi özelliklerinin değiştirilmesiyle yeni madde kombinasyonları oluşturulması döngülerinden oluşan bir değişim-dönüşümlü sistem söz konusudur. Yani doğada belli sayı¬da (yaklaşık 10 üzeri 80, yani öteki dünyada birikmiş olabilecek in¬san sayısından çok-çok az!) atom-altı-ögesi vardır ve bu ögeler canlı olup, değişik kombinasyonlara girerek, sürekli değişim-dönüşüm içindeki dinamik doğayı oluşturmaktadırlar.
Ebedi bir öteki dünya hayatını savunanlar öteki dünyada sadece ruhların var olacaklarını savunarak, yukarıda öne sürülen olanaksızlığa karşı koymaya çalışırlar. Ama bu karşı-çıkışları tamamen dayanaksızdır, çünkü öteki dünyadaki cezalandırmalar arasında şu tip hükümler bulunmaktadır.
“Başlarından da kaynar sular dökülür. Bu kaynar su ile karınlarında olanlar ve derileri eritilir.” (Hacc 19, 20)
“Derileri yanıp eridikçe, acıyı tatsınlar diye derilerini yenileyeceğiz.” (Nisa 56)
Bu ayetler bedenlere uygulanacak cezalardır. Dolayısıyla öteki dünya hayatı canlı bedenler için tasarlanmışlardır.
Hayatın doğum-ölüm döngüsü üzerine oturtulmuş değişim-dönüşümlü bir sistem olduğu bilinmediğinden, ebedi bir hayatın var olduğu öteki-dünya diye bir başka dünya tasarlanmış ve ruhların bu öteki dünyada ebediyen yaşayacakları düşünülmüştür. Beden ruhtan ayrı olamayacağından öteki dünyada bedenlerin de ebediyen var olmaları gerekir.
Beğendiyseniz, paylaşın ki din ve siyaset adamları halkımızı kandırmaya devam edemesinler.
2 Yorum

Sevinç Ergenler
Ben diyanete neler sordum neler hiç birine cevap vermediler.. Bilmedikleri görmedikleri somut delil sunmadıkları şeyin cevabı olmaz.. Ne varsa yine bilimde arkeolojide jeoloji de antropoloji de var. Gerisi masal
GIF Really Nice içerebilir
Yanıtla58d
Sayfaların ve profillerin
Doğum Günleri
Kişiler
Grup konuşmaları
1s
Learn More
18 Ağustos
1s
Learn More
16s
Learn More
1g
Learn More
1g
6s
Learn More
5s
Learn More

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*
*

Msc Design - isa ilgeroz