Manifesto
Kitabi PDF oku
Aleviler
Kitabi PDF oku
Şiir cikini
Kitabi PDF oku
Soframdaki siirler
Kitabi PDF oku
Siir antolojisi
Henuz PDF hazir degil

Home » Alevilik » ALEVİLERİN MANİFESTOSU

ALEVİLERİN MANİFESTOSU

ALEVİLERİN MANİFESTOSU

Biz gerçekleri sunuyoruz
Evrene semah dönüyoruz
İlim irfan biliyoruz
Ezelden sonsuza doğru
BT
CEM BULUŞMA, DAR MEYDAN DEMEKTİR

Tarihler boyunca kesintisiz gelen Aleviliğin son dönemlerde çok farklı bir yerlere savrulmaya başlamasında endişeler artmıştır. Bu endişeler, Aleviliğin toplumsal katmanlarında kendini göstermeye başlamıştır. Bu gidişata Alevilerin bir yerlerden başlayıp, bazı yanlışları belirleyip, anlayış, sabır hoşgörü ile bir birimize daha itinalı davranışla, yok etme politikasının da önüne geçmek için bir toparlanma sürecine ihtiyacı vardır.
2 Temmuz 1993 Sivas katliamını RÖNESANS olarak alıp, yeni bir birlikteliği bu teknoloji çağında yarınlarımızı hedeflememiz gerekir. Bu ileriye taşıyıcı bir anlayış içinde titiz bir çalışma ile kararlı , tutarlı olmalı ve yazıya geçirme anlayışı içinde bir çalışmayı başlatıyoruz.

Bu çalışmalar gelecek için kendini yenileme her ritüel ve sözel anlatımları yazınsal bir ortama taşıyıp, her katmandan alevilere ulaşa bilmeyi amaçlamaktır.
Neden yazılı bir Alevilik inanç ve yaşam biçimini yazma gereği duyduğumuzu şimdi anlata
bilirsek daha anlaşılır bir aleviliği ortak bir noktada nasıl buluşturup ve sonsuza giden yolda,
geleceğimiz olan gençliğimize karşı sorumluluğumuzu yapmış olacağız.
Amacımız inanç ve ilkelerimiz ile çelişmeyecek bir geleceğimizi artık yazınsal olarak somutlaştırmalıyız.
“Alevilik” deyince neden akıllara hep din gelir, inanç gelir ve tarih gelir, efsane gelir, hurafe gelir?
Oysa bizlerin bu kavramlarla hiç bir alakası yok.
Alakası olan her konu ve kavramları başlıklar altında açılımlarıyla anlaşılır bir dille anlatmaya çalışacağız.

BU ÇALIŞMANIN ADINA “MANİFESTO” DİYORUZ.
AMACIMIZ BU MANİFESTO İLE, ALEVİLİK ARTIK SÖYLEVSEL VE ANLATIMSALLIKTAN ÇIKIP, YAZINSAL BİR GERÇEĞE BAĞLAMAKTIR.

Manifesto bir bildirgedir
Gulbank gibi derincedir
Ne düzmece ne bilmecedir
Ezeli alır güncele taşır
BT
Amaç gerçeğe bağlanmayı kendi ekseni içinde, geçmişi olan Galu beladan beri (Ezeli belirsiz) ve sonsuz gelecek anlayışını mutlak, sözlü anlayışlardan arındırıp, toplumsallığa büründürmektir.
Bu bütünselliği; çağımızın yaşam biçimine uyumunu, toplumumuz ve gençliğimiz istiyor.
Hatta zorluyorlar ama ellerinde bilimsel bir çalışma ve belge olmadığından aleviler ve genç kuşağımız kendi gerçeğinden kaçıyor.
Anlatımlar ve söylevselliklerinden başka anlayışlara kolay lokma olup, asimilasyon olmamıza en temel zemin ortamını yaratan bir subjektiflik unsuru halini alıyor. Sanki subjektifliği biz aleviler kendimiz istiyormuş gibi bir sürecin aktörleriyiz.
Gençliğimiz söylevsellikten öte somut ve felsefi bir bütünlüğü, bilimsel temelde görmek istiyor.“Söz uçar yazı kalır” deyimi felsefi olarak bizim tezimizi doğruluyor.
Evrensel endeksli bir inanç boyutunu, dinsel zemin üzerinde tartışmak, anlamak, yürütmek, kendi inandığı evrensel değerlere ters düştüğünü görüyor ve artık bu gidişata DUR demek için
sözlü anlatımdan uzaklaşıp, evrensel gerçeğimiz ile yüzleşip, doğa sevgimizi, doğa aşkımızı,
doğa içselliğimizi bir ritüel olarak kavramak gerektiğini savunuyor.
Tarihinde bazı kitab-i belgeleri olsa da alevilerin kendi özsel, özgür koşullarda yazılmış
bir el kitabı bulunmamaktadır. Bulunanlarda, biraz din, biraz hurafe, biraz vasiyet içerilikli
yazmalardan başka yazınsal belge yoktur.
Şöyleki; Alevîliğin XVI. asırdan itibaren, yavaş yavaş kitabi kültürünün oluştuğunu görmekteyiz. Bunların başında, Buyruklar, Divanlar, Cönknameler, Fütüvvetnâmeler, Velâyetnâmeler, Menâkıplar, Makâlâtlar, Tercümânlar, Adâb ve Erkannâmeler, Âyin-i Cem Risâleleri, Divânlar, Gülbenkler ve Cabbar Kulu kitabı gibi eserler gelmektedir .
Bu yazınsal ürünler, bu sürecin güncelliği ile çelişen ve anlaşılmaz anlatım dilinin ağır olup o dönemin yazınsal gramerine yabancı olması gençliğimizin ilgisini çekmemektedir. Ağdalı dil tarz da yazılan bu eserlerin içeriği güncellenmediğinden gençliğimiz bizden uzaklaşmak zorunda kalıyor.

GENÇLİĞE SESLENİŞ VE GENÇLERİMİZİN BEKLENTİSİNE CEVAP VERECEK
GENÇLİĞE ALEVİLİĞİ NASIL EMANET ETMELİYİZ.

Doğa kendini yenileyendir
Gençlik evrenle paraleldir
Her gün yeni doğan gündür
Karanlık gibi görünme gençlere
BT

Yaşadığımız bu süreçte, teknolojinin sınırsızlığını anlayıp, gençlere sözlü ve hurafe yüklü, şifahi bilgilerle geçmişimizi, bilimsellikten uzak, Pirlik mertebesine gelmemiş, büyükbabasının, babasına anlattığını, babasının da bir sonra ki kuşağa aktardığı anlatımlarından yola çıkarak dede sıfatı ile cem yapması ; yeni yetişen gençlerin ceme gelmesi ,ceme katkısı ,hizmet alması giderek azalmış , belli yaş grupların geldiği cemler haline gelmiştir.
Dedeliğe talip kişi bu yaşanan acı ve gerçek bir süreci, onur meselesi yapmadan, Pirlik düzeyde bilgiye sahip değilse, dürüstçe yapamayacağını söyleyip, olgun ve hoşgörülüğünü göstermesi gerekir.
Pirlik mertebesine gelmiş canımız biyoloji, jeoloğ, antrapolog, arkeolog , kimyager, gökbilimci, hukuk, sosyolji, piskoloji’yi okumuş olmasa da mutlak bir şekliyle öğrenip, eğitimini almalıdır, yada araştırıp, konulara vakıf olması gerekir ki; gençlerimize bir şeyler verebilsin.
Güneşi Muhhamet, Ay’ı Ali diye anlatma yerine en doğal ve evrensel olanı anlatması gerekir.

Dede sözcüğünün bir takiye olduğunu ama özünde PİR olması gerektiğini, bilimsel donanımlı bir bilge bir insan olması gerektiğini, pirlik belgesini taşıyan öğreti yeteneğine sahip önderlerimiz olmalıdır.
Bu bağlamda Pirlik eğitme divanı oluşturmak ve Pirlerimizin gelecek süreç içinde evrensel
değerler parelerinde “vardan varoluş” inancımız ile çelişmeyen bir yolda buluşma ve Dara durma toplantılarımızda post makamına oturmalıdır.
Yukardaki kavramların açılımı ve kavramların Alevilikle nasıl ilişkilendirileceğini anlatmaya
çalışacağız ve bir düzenleme yapma çabası bizlerin bütünselliğinin temeli olmalıdır.
Gençlere Ay’a çıkmayı anlatabiliriz, projeler ve maddiyatta sunabiliriz, nasıl yapacağını
öğretmezsek, Ay’a çıkma projesi çürür, maddiyatta harcanır ve biter.

ALEVİLERİN SİYASAL GÖREVLERİ OLMALI MI, OLACAKSA SİYASETİ NİÇİN YAPMALIDIR?

Siyaset yaşamın porojesidir
Sen yapmazsan seni biri yönetir
Kazancın ve benliğini sömürür
Kendi siyasetin aklın değil mi?
BT
Alevilerin dinsel bir yanı yoktur. Olmamış olmadı olmamalıda. Din’in açılımını aşağıda bulacaksınız.
Alevilerin sosyal yaşamı olmazsa olmazlardan biridir. Bizde insan, can vardır, cemimiz de olduğu gibi cinsiyetsizdir. Yani; “Kadın mı erkek mi sorulmaz.”

Erkek dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde,
Hak’kın yarattığı her şey yerli yerinde.
Bizim nazarımızda, kadın erkek farkı yok,
Noksanlıkla eksiklik, senin görüşlerinde.
“Hacı Bektaş-ı Veli”

diyen Hünkar Bektaş Veli’nin yolunda, sosyal yaşamımız, kadınsız olamaz, aleviler de yaşamın yarısı kadındır.
Kadın yaratıcıdır. Kadın eşitliğin simgesidir. Sosyal yaşamımızda olmazsa olmazı ve siyasal yaşamda da aynı eş değerde bildiğimiz insan ve biz onların evlatlarıyız.
Bir erkeğe nasıl PİR’lik makamı veriliyor ve bir bilge donanımlı olması gerekiyorsa, kadın da öncü ve önderlerimiz bir ANA olarak PİR kadar yetkilere sahip donanıma sahiptir. Bu bağlamda, sosyal ve siyasal yaşamımızda eşit ve eşdeş olarak görmemiz gerekir.

Alevilerin siyasi görevi, eşitliği, hukuku, paylaşımı, disiplini, güvenliği, sağlığı, gelir ve gideri, ekonomiyi kollektif bir biçimde yönetme görevini üstlenmelidir.
Rızalık Şehri kavramımız tam da bu görevleri içermektedir. Varolan siyasetin, eşit olmadığı, fakir ve zengin arasındaki farkın açıldığı, hiyerarşik ve taraflı bir kapitalist sitemin bizim politik anlayışımız olmamıştır, olamaz ve olmamalıdır. Biz siyaseti 72 millet için ve ortak yapmayı düşünmeliyiz.
Niçin siyaset yapacağımız düşüncesine ise, var olan dünya sisteminin değişim ve dönüşümü için yapmalıyız, adaletli paylaşım için ve siyasetin tam ortasında olmalıyız.
Dahası, geleceğimiz için, çocuklarımız için, eşit emek, eşit ücret, emekte payı olanın, paylaşımda payı olması gerektiği için olmalıdır.
Biz de sınıf yoktur. Ezen ve ezilen sınıf diye bir kavramı, alevi anlayışından çıkartıp, toplumsal bir bütünlüğü benimseyip, gençliğe yer vermeyi alt yapısını hazırlamalıyız.
Üretim ilişkilerini dengelemeliyiz, doğayı kirleten ne varsa hayatımızdan çıkartmalıyız.
Düzenin partileri için enerjimizi harcamadan, partisiz bir siyaseti benimseyip, imece, kooparatif, dayanışma kavramları içinde, her alanda yapmalıyız. Hukuka uygun, Rıza Şehri anlayışı içinde siyasetimizi yaparak, sistemin partilerine baskı grubu olmalıyız.Bu gibi bir siyaset tarzını uzun zamanlı düşünüp, 25 yıl sonra sonuçlarını almak ve genelde kabul görmesi için canla başla çalışmak gerekliliğine inanıp uygulamalıyız.

ALEVİLERİN ORGAN BAĞIŞINA BAKIŞ AÇISI NEDİR?

Bütün maddelere ortak olursun
Birde her canlıyı candaş bilirsin
Beden terk edince organ neylersin
Candaşın organa muhtaç olmuşken
BT

Alevilerin, organ ve kan bağışına bir insani görev olarak bakması gerektiği konusunda karşı bir tavır almamalıdır.
Organ bağışı bir insani görev olup, hatta yasallaşmasını savunan kollektif oluşumu örgütlemelidir.
Neden mi yasalaşması gerekir? Aleviler “Ölüm” diye bir kavrama inanmaz. Devriye olarak, yeniden doğuşa inanır. Hakka yürümek sadece “Canın tenden ayrılmasıdır” Canın teni terk edeceğini bilen bir toplum, biliyordur ki kalan o beden toprağa teslim edilerek sırlanır.
Bu inancımızdan anlaşıldığı gibi, can tenden ayrılınca kalan organlar, bir başka canda yaşam bulacaksa mutlak verilmeli ve yasallaşmalıdır.
Aleviliğin Rızalık Şehri anlayışındaki ortak yaşam dünyasında, organlarında bir gün mutlaka, ihtiyacı olana vererek paylaşımın CAN paylaşımını kendimize bir ilke olarak almamızı kabullenmek istemesi alevilik yapılanması için kaçınılmaz olmalıdır. Paylaşımı eksik yapmış oluruz. Yoksa yiyeceği, içeceği, giyeceği ve bütün ihtiyaçları paylaşıp, bedeni terk edince, geride kalanı pay etmemek alevi anlayışına ters olduğunu düşünmek gerektiğine inanıyor ve bu organ bağışını da bir rızalık şehri anlayış içine almamız gerekiyor.

KAN bağışında
ise biraz dikkatli ve titiz davranmalıyız. Kan bağışı herkesin mutlak yaşamı boyunca yılda en az 3 ile 5 defadan fazla olmamalıdır. Kan bağışını yapacağımız kurumlara dikkat etmemiz gerekir.
Bazı taraflı kurumlar, faşist ve kökdendinci terör örgütlerinde kullandıkları için, bu konuda ya çok denetleyici bir yasa önerilmeli, yada kendi kollektifi içinde nereye nasıl bağışlanacağı konusunu geniş kitlelerle bir yolunu bulup, gönül rahatlığı ile verilmesini savunuyoruz.

EĞİTİM VE ÖĞRETİM (Adab ve nefs en temel eğitim sistemimizdir)

Beşikten başlarsın mezara kadar
Okuyup kendini bilene kadar
Ezelden sonsuza gidene kadar
Eğitimsiz insan madde gibidir
BT

Alevilikte merkez insana dönük ve ortak yaşamı insanlarla kuran bir inanç varsa kolektifliğin de ortak eğitim ve öğretimi anlayışı olmalıdır .Sistemin müfredatı, biz Alevilerin anlayış, inanç, sosyal yaşam ve kültürü ile hep çelişkili olmuştur.Yaşadığımız ülkelerde, devletler var oldukça, her devletin kendine özgü bir resmi dili ve yasası vardır. Bu yasalar içinde de bir eğitim müfredatı vardır. İslam ülkelerinin müfredatını kesinlikle diğer ülkelerden ayrı düşünmek gerekir. İslam dünyasında, Fen bilgisini içeren bir dersi, İslam dünyası pek kabul görmez. biyoloji ve kimya, varoluşun temel bilimsel kaynağı olduğu için, yaradılış kavramı ile çelişen bir eğitim sistemi olduğunu biliyoruz.

Biz Alevilerin ise, belki dünya devletlerini de aşan, içerisinde en temel eğitim kaynağımız doğa ile bir bütün, Toprak, Su, Güneş ve Hava bizlerin müfredatını oluşturan temel ilkelerimizdir ve bu dört maddeyi savunuruz.
Bizde eğitim ana karnında başlar. Hamile bir kadına saygı ile davranılır ve karındaki çocuğa ninniler teyze ve nineler tarafından söylenir.
Can-cana düşer düşmez hamileliğin kırkıncı gününde daha embiryo sürecinde, buluşma (cen)
yani cemal cemala olma buluşması gerçekleşir. Doğumdan sonra, herkesin saygı göstermesi gerektiği eğitimi daha rahimdeyken verilmiştir.
Biz de çocuklar da birer öğretmendir. Nasıl bir çocuğun ilk öğretmeni ana ve baba ise, analık ve babalığı da çocuk öğretmiştir ana babalara. Ana baba olmanın öğretisi çocukla başlar. Bu insanlık tarihinde temel ve en doğal öğretim sistemidir. Sonraki eğitimler genel ve toplu eğitim sistemleridir.
Temel anlayışımızda,beşikten mezara kadar öğreti bitmez. Vicdan terazisini bu iki ilke belirler. Adap ve nefs en temel eğitim sistemimizdir.İki ilke yaşamımızın her sürecinde yolumuza yön verir.

“Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır” inancıyla, Laik sistemde eğitim ve öğretim bedava olmalıdır. Her dilde eğitim, sistem, talep karşılığında bedava verilmeli, özerk bölgelerde, farklı dillerin konuşulduğu coğrafyalarda anadil bedava ve bilimsel olarak verilmeli, alevilik inanç ve ritüelleri des olarak müfredatlarda yer almalıdır. Buluşma (Cem) yerimiz ve dar erkanımızda, muhabbet eğitiminin verildiği merkezler olmalıdır.

ALEVİLİKTE HUKUK VE ADALET

Gerçeği görürsün özden bakınca
Her şeyden sıyrılıp kendin olunca
İçindeki benliğini görünce
Can’ıyın içinde bir can var imiş
BT

“Aleviliğin temel taşları İslam’da olmadığı gibi, İslam’da olan da Alevilikte yoktur.“
Erdoğan Çınar
“Eline, Beline ve Diline sahip ol, Kendine ağır geleni başkasına uygulama”
Hünkar Bektaş Veli
Bular doğru ve özlü birer tesbitlerdir. Bütün tartışmaların sonuna bir nokta gibidir. Adaletli olacaksak, önce kendimizi terazimiz de tartmamız gerekir. Soydan mı, Yoldan mı geldiğimizin söylenceleri tesbitleri, aktarımların günümüze kadar gelmesi bizleri kuşkuya düşürmemelidir. Düşünüp, araştırım ortak olacağımız bir sentezi yakalayacağımıza inanmalıyız.
Mesella; Seyyid. Soydan gelen anlamında algılanır ve bilinir. Padişahlar, Krallar, Sultanlarda
aynı bir geleneğin sonucu olgusuyla bakınca, bizlerin düşüncesine ters geldiğini anlayacağız.
Evliya ise; Bilgeliktir. Yani, Pirliktir, (eski anlayışta dede) Rehberliktir, Öncüdür, Adaletin
postta oturan temsilcisidir.
Ülkemizdeki adaletsizliğin en temel anlayışı adalet dışı bir anlayıştır.“Devlet, kimsenin değil ama herkes devletindir.”Bu anlayış bir Seyyid, Sultan, Kral, Padişah, anlayışının ta kendisidir. Yani insan yoktur, birey yoktur.Oysa; bir insan doğduğunda karşılaştığı iki değer vardır.
Bu değerlerden birincisi DİL (Lisan) ikincisi ise, Kültür ve İnançtır!
Tam da bu bağlamda, adaletin ana merkezi Alevilikte gönüldür! Gönül terazisi bozulmuş biri bizde düşkün (sapkın) sayılır. Yani; hırsızdır, haindir ve toplum önünde mutlak DAR’a durup hesap vermelidir. Hesap verene kadarda kimse ona selam vermez, alış veriş yapmaz, sosyal ilişkide olmazlar.

Hukuk ise; bizde bir buluşma (Cem) olmaktır. Yüz-yüze gelmektir. Haksızlıkları, haklı olanla sulh edilip barıştırılması, gönül kırgını ve küskünlerin barıştırılması, ayrılıkların dara çekilip yeniden birliğinin sağlanması, düşkünlerin yeniden topluma kazındırılması, bazı düşkünler o meydanda kazanılmayacaksa, düşkünlüğün derecesine göre var olan “Düşkün ocaklarına gönderip (Terapi ve ikna heyeti) yeniden barışın sağlanması olmalıdır. Dolaysı ile, Alevilikte cezaevi diye bir kurum yoktur, ücretli mahkemeler yoktur, savcısı, hakimi, avukatı yoktur. Bunların hepsi Buluşma erkanı içindedir ve düşkün ocakları ve yürüteni Pir’leridir, Rehber’lerdir.
Geleneksel hukuk siteminde, bir kazanan birde kayıp eden vardır. Rızalık ve yüzleşme yoktur.
Hukukun vereceği karara karşı çıkabilirsin ama, İslam hukukunda, kadı’nın vereceği karara karşı çıkmak, Tanrı’ya karşı çıkmaktır ve tartışılmaz. Alevilikte ise çok farklıdır. Hukuk bizim darımızdır. Buluşma mekanımızda dara durmaktır.
Dar bir empati kurma mekanıdır, kendinle hesaplaşma mekanıdır, vicdanını ortaya koyma
cesaretidir. Bu bir yiğitlik ve mertliktir. Dik duruştur. Ve sonunda kocaman bir yükten
kurtulmuş, vicdanen hafiflemiş, yeniden doğuş gibidir. Kayıp olan güveni ve saygınılığı
yeniden kazanmaktır.

KATILMCILIK VE ÖRGÜTLENME

Yola çıkıldıysa bir amaç vardır
Amaca ulaşmak özlü ıkrardır
Toplum sorununda karar kılmaktır
Var görmüştüm bu davada ben sizi
BT
Katılımcılıkta, halkların ortak bir yarın kurma isteğidir.Alevilerin düşüncesini, yaşam biçimini, toplum yaşamını, hukukunu, adaletini benimseyen her kim olursa olsun ilkelerini benimsemiş herkesin katılmasını canlar olarak benimsiyoruz.
İlkelerimiz insana dair ne varsa, insan onurunu ilgilendiren saygılı olup, paylaşımcı, dayanışmacı, dil, renk, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin her canlıya eşit bir yaklaşım anlayışı ile
katılmayı benimseyen her birey ile ortak hareket etmek gerekir.
Nasıl bir örgütlenme olmalıdır?
Her süreçte olduğu gibi, örgütlenmek. hem zor hem de oldukça sürükleyici ve motive edici bir yoldur Bu terimi ancak zorunlu ve ihtiyaç duyanlar anlaya bilir. Ki en iyi anlaması gereken aleviler olmalıdır. Alevilerin, zorunlu ve olmazsa olmaz bir örgütlenme gereksinimi varmıdır? Elbette vardır. Hem de geç bile kalınmıştır.
O zaman örgütlenmeyi nereden başlanması gerektiğini, kimle, nasıl, niçin, neden, kime karşı sözcükleri çoğaltıp karşılığında doldurarak yapmak gerekir.
Bedel vermiş bir geçmişe sahip bir Alevi toplumu olarak hepimiz için gereklidir.
Alevilerin örgütlenmesi, geleneksel örgütlenme biçimden farklı olmalıdır.
Hiyarerşik, benmerkezci, bir grup, yada bir kaç akraba örgütlenmesi değil, bizlerin ortak karar mekanizmasının olacağı, kollektif bir örgütlenme olmalıdır.
Ayrı değil, parça-parça değil, birilerinin iteklemesiyle değil, öz ve içten, samimi bir örgütlenmeyi yarata bilecek ortak bir duruşu yaratmalıyız.
Neden, Aleviler kendi yöremiz ve kültürümüz için örgütlenemeyelim ki?
Hem de geçmişteki, hiyarerşik örgütlenmelere bir alternatif olmasını başarabiliriz diye düşünmeliyiz.
Başkan olmadan, kollektif bir oluşum ve ortak karar alacağımız bir ortamı oluşturmalıyız.

Herkesin söz sahibi olmadığı bir oluşumun arkasına takılmadan, bizimde de söz sahibi ola bileceğimiz bir oluşum olmalıdır. “Yarin yanağından gayrısını ortak” ve emekte payı olmayan üretimde hakkı olmayacak bir örgütlenmeyi neden yaratamayalım ki?
Kolletif bir örgütlenme “Emek en yüce değerdir” anlayışına hiç ters değildir ve bizlerin anlayış ve kültür yapısında uygundur.
Kimin neye inandığı, kimin nasıl yaşamak istediği, kimin, sosyal yaşamı nasıl, kimin kültür, örf ve adeti nasıl sorgulamadan, ama saygı duyup empati ile ortak yaşam temelinin hiç yıkılmaması için ikrarımızla kurup ve kurumlaşmamız gerekir.
Kollektif bir örgütlenme, yatay bir örgütlenmedir. Aşağıdan yukarı doğru ama kararları ortak olan, destursuz bir kararın verilmeyeceği, ayrı mekanlar olsa da merkezi bir ortak duruşa sahip olacağımız bir yatay örgütlenme mutlak olmalıdır. Bu örgütlenmenin ilkelerini benimseyenden kim olduğu da sorulmamalıdır. İşte o zaman evrensel bir örgütlenme anlayışını başlatmış oluruz.
Sınıfsal bir örgütlenme olmalı mı?.
Alevilerin kendi çizdiği ve ilkeleri belli, varolan sistemin dışında, sisteme karşı bir örgütlenme olduğu zaman, sınıfsallığını kendi içinde oluşturmuş bir örgütlenme olacağı inancını taşıyacak bir kollektif birliktelik örgütlenme olunca, sınıfsallık ortadan kalkacaktır.
Sınıf: Zenginin, yoksul üzerindeki tahkumü bir sömürü ve baskı düzenidir. Ayrıca, Devletin ezdiği, halkın ise ezildiği, sınıf, zengin ve yoksulun bulunduğu bir sistemdir.

Hedefimiz sonsuz ve bütün dünya halklarının bir arada yaşama anlayışı olacak bir kavram içinde olunca, sosyal ve kültürel bağlarını içinde taşıyacaktır.
Ama ilk olarak bir birleşim ve güçlü bir kollektif örgüt olmalıyız ki başarmak için en samimi ve son gücümüzü birleştirmeliyiz.
Bu, örgütlenme yol’un sonsuzluğunu düşünerek ve yarınlara bir örnek teşkil edip, devamlılığını sahiplenecek bir yapı için kafa yormalıyız.
Bu yol hereksindir, ak ve kara seçmeden oluşmalıdır. Kendi içinde bir kontrol mekanızmasını oluşturmalı, örgütün devamlılığı için kolletifliği özümseyecek kadrolar yetiştirmelidir.
Kollektif örgütlenmenin ilkelerini oluşturacak bir divan oluşturup, tartışılarak, ortak bir destur ilkesine bağlamak gerekir.

Eğer, bir
vakıf, bir birey etrafında olacaksa, hiyerarşinin tam kendisini yaratıyoruz demektir. Ego,kibir,popilizmin bir arada olacağı bir örgütlenmenin dışına açıklamalıyız. Kollektif bir anlayış içinde var olacak bir yapılanmada olmak bizim, sosyalist ve devrimcilerin ahlakına da hiç ters gelmeyecektir.
Bu örgütlenmenin yapısını oluşturacak bir temel ve temel üstünde yükselecek sonsuzu hedef alan bir oluşum ancak “Alevi Halk Meclisi” adı altında olması gerektiğini savunur. Alevi Meclisi:Yürütmesi DİVAN, beyni ise, akademisyenlerden oluşan, kadın, erkek, gençlerin ortak bir YAZI KURULU olarak güncel yaşamdan beslenen, dünya siyasetinin takipçisi, yaşadığı ülkenin siyasetinde yeri geldiğinde gündem belirleyen bir yapı olarak çalışmalıdır.
Ama çok gereklidir. Çünkü bizi bekleyen çok iş olduğunu bilmeliyiz.
Örneğin bir Cumhuriyet örgütlenmesi:
“Cumhuriyet ve Aleviler Türkiye Cumhuriyeti, yeni bir devlet, yeni bir siyasal yapı biçiminde tarihe adımını attığında, bu yeni yapı, eski toplumsal yapı üzerinde filiz verdi. Nasıl kurtaracağız Osmanlı Devlet’ini derken yaratılan Cumhuriyet, Anadolu’da yaşayan halkların “gönüllü” ulusal kurtuluş mücadelesine katılımları sonucunda oluşan yapılanan ortak bir birliktelik oldu. Bu birliktelik 29 Ekim 1923 günü Cumhuriyet’in ilanıyla sonuçlandı. Saltanat, 1 Kasım 1922 yılında kaldırılmış olmasına karşın, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda, “Türkiye Devletinin Dini İslam’dır” cümlesi, Osmanlı Devleti’nin resmi dini olan İslam’ın yeni kurulan Cumhuriyet’in de resmi dini olduğunun açık göstergesiydi. Bu sürecin mantıklı bir sonucu olarak, 3 Mart 1924 yılında çıkartılan 429 sayılı Kanun ile Sünni bir kurum olan “Diyanet İşleri Reisliği” kurulmuştur. Egemen Sünni Osmanlı devlet geleneğini devralan genç Cumhuriyet, ilk yıllarında, 18 Mart 1924 tarihinde kabul edilen 442 sayılı Köy Kanunu’nda, Sünni bir yorumda bulunularak, “Alevilik, Köy Tüzel Kişiliği” hukuk tanımından çıkartıldı. Söz konusu kanunun 2’nci maddesinde, köy tanımı “Cami, otlak, yaylak, baltalık gibi ortak malları bulunan, toplu veya dağınık evlerde oturan insanlar, bağ ve bahçe, tarlalarıyla birlikte bir köy teşkil ederler” denilerek, Alevi köyleri tanım dışına itildi; bu durum devletin Sünniliğe yatırım yaptığını kanıtlar, yani camisi olmayan köylerin, köy olarak kabul edilmemesi; ötekileştirme siyasetinin yaşama salınmasından başka bir şey değildi.” Esat Kormaz
Peki. Bu yasayı AHİM’e taşıyacak bir kurum var mı? Yok. O kurumu Aleviler kendileri yaratmalıdır! Bu yasanın iptali için bir girişim yapa bilecek miyiz? Evet yapmalıyız. Heman şimdi yapmalıyız.

Bir (Demokratik Eğitici Kollektif) örgütlenme modeli. DEK-Modeli yaratılmalıdır.
Düşünce Öneri aşamasında her kişi veya kurum, özgürce, sınırsız, kendi düşüncesini açıklama, tartışma ve öneri sunma hakkına sahiptir. Kararlar mümkün olduğunca en geniş katılımla, rızalıkla, çoğulculukla kolektif ve demokratik bir şekilde alınır. Uygulamayı benimsemeyen ola bilir,saygı duyup, rızalık alınması gerekir. Fakat eylemde birlik esas olmalıdır. Herkes rızalıkla ve kollektif alınan karara saygı duyar ve tartışmasız uygular. Her önemli eylem ve karardan sonra değerlendirme yapılarak gerekli dersler çıkarılmalıdır. Alınacak yeni karar ve eylemlerde bunlar dikkate alınır. Kurum içerisinde hızlı, açık ve net İLETİŞİM, DEK eğitici örgütlenme modelinin motoru olmalıdır.
Zulüme, faşizme, sömürüye, ırkçılığa karşı duruş, mücadeleci, devrimci, obejektif bir ile ile
ortak yaşamın alt yapısını bu DEK modeli ile kanıtlanmalıdır.

SANAT VE SANATÇILAR

“Yaratanki onlardır, destanımızda yanız onların maceraları vardır”
Nazım Hikmet

Önce sanat nedir ona bakalım. Sanat: Hayal (Ütopya) gücü ile yaratıcılıktır. İçsel dürtünün, beyinde hayale dönüşüp, bazı araç ve gereç kullanımıyla görsel bir yaratıma dönüştürmesidir.
Ressam, Karikatürist, Heykeltıraş, Mimar, el sanatları gibi bir uğraşı içinde olup, yaratıcı bireylerin yarattıklarına sanat denir.
Canlılar içinde, hayvanlar ve börtü-böcekler sadece yuvasını yaparlar. Ama insanlar her şeyi yapan ve üreten tek canlılardır. Ütopyaları ellerinde sanata dönüşür insanın.
Ütopyasız yaratılan, ütopyasız kazanılan hiç bir şey yoktur. Dünün ütopyaları bugün, bu günün ütopyaları yarınlarda hayat bulacaktır. Ütopya öyle ulaşılmaz ve imkansız bir düşünce değildir.
Adına HAYAL denir ütopyanın. Hayalsiz ne yaşam olur nede üretim. Sanatın tek kaynağı
ütopyadır. Aşk; insanın beyninde bir gizli tasarımdır ütopyadır ama karşılık bulunca hatal olur.
Alevilikte en yaygın,en eski ve halada en çok kullanılan bir müzik enstrümanı olan Saz bir
sanat ürünüdür. Ağaç ve telin buluşması, maharetli parmaklarla deyiş, klam, türkü ile sanata dönüşür. SAZ çalana ozana, sanatçı denir. İnsanlar kendi ihtiyacını bit ütopya ile yaratıp, gerekli araç ve gereçleri üretmeyi, varoluşundan beri sürdürmüşlerdir.
Halı, kilim, el işlemeleri, tarımsal aletler gibi, toprak ve su için kullanılacak her türlü gereç ve kap kacak işleridir. Alevilerde her sanatçıya, yaratıcıya saygı duyulur.
Sanatçılar ise çok farklı anlaşılır genelde. Ozana, türkü söyleyene, enstrüman çalana, yazara, şaire kısacası üretene sanatçı sözcüğü kullanılır.
Bunların hepsi kendi uğraşı alanında, kendine özgür isimlendirmeleri vardır.
“Sanat bireyi toplumsal yapar” Seyit Kemal Karaalioğlu. Türk Edebiyat Tarihi Cid-1
Sınıf kitabın da her sanat eseri, yada kullanım aracı, insanı yok etmek için yapılmamıştır.
Alım satım için değil, değişim ve paylaşım için vardır.Alevilik anlayışında herşey
razılık rızalıkla yapılır . Rızalık şehri yaşam biçimi olarak benimsemiştir.
Ticaret bilmeyen bir geçmişi olmayan aleviler de, Alevilikte her şeyin bir karşılığı takas anlayışı olduğu için para ile emek sömürücülüğü bilmezler.
Her verilen emek, toplumda karşılığını bulur ve mutlak bir karşılığı vardır.
Yunus bunu şöyle tamamlamış. “Ekende yok biçende yok/yemede ortak Osmanlı”
Alevilikte birey emek nasıl ortak ise, paylaşımda da payı vardır . Alevilik bu Kominal yaşamı varoluşundan beri yaşatmış bir toplum olduğunu, geçmiş tarihiyle kanıtlamıştır.
Emekte İMECE, takasta emek olduğunu bilen bir toplumdur.Yaratıcılık geninde var ve yaratılan her şey bir sanattır.

ALEVİLİKTE BİLİM

“Okudum kitabın dibine indim
Okudum ki okudum kendimmiş kendim”
Aşık M.Şerif
“İlim ilim demektir, ilim kendin bilmektir”
Yunus Emre
Alevilikte bilim kavramı genellikle, bilge insanın anlattıklarını ölçü alarak yeni bir öğreti olarak kabul görmüştür. İşte Alevilerin tam da söylevselliği aşamayıp, yazınsal bir bilgi üreten ve bilgeliğini taşıyıcı bir yazım araç ve gereçlerinden uzak kalmasıdır.
Sümer ve Hitit tabletlerini savunsa da İbni Haldun, İbni Sina gibi bilgeleri kısmen benimsemiş olsa da en köklü geçmişi, Sümerler ve Hattiler (Hitit) gibi bir gerçeği artık kimse inkar edemez.
“Anadolu’nun yerli halkı olan Hattiler midir, yoksa Hattimidir” Anadolu Uygarlıkları Ansiklobedisi Cild 1,s.16
“Yedi Bilge ya da diğer adıyla Yunanistan’ın Yedi Bilgesi, Antik Yunan uygarlığının altın çağı olan MÖ 7. ve 6. yüzyıllara damgasını vurmuş yedi filozof, devlet adamı ve kanun koyucuya verilen isimdir. Yunanistan’da ilk felsefe etkinliklerini Hesiodos’dan bir yüzyıl kadar sonra Yedi Bilgeler olarak bilinen ilk ahlakçılar başlattılar. Gerçekte düşüncelerini özdeyişler biçiminde ortaya koyan bu kişilerin birer filozof olmaktan çok felsefeyi başlatan düşünürler olduğunu söylemek yanlış olmaz…”
En eski bilgiler: Googel sayfasından.
Bilimi anlatırken neden bu örnekleri veriyoruz?
Bu bilgi ve bilimsel oluşumun temel ilkeleri bize ışık tutuyor ve doğmatik olmayıp, sadece düşün bazında, emretmekten uzak bir bilgelik sunuyor.
Bu kadar açıklamadan sonra biz Alevilerin yenilikçiliği (Devrimciliği) doğanın gelişimi ve evrimsel bir sürecin takipçiliğini günümüz koşullarında da sürdürmektedirler.
Her buluş, her yaratılış, her sosyal gelişme, ilerici ve demokratik uygulamaların hem öncüleri olmuşlardır hem de ilk uygulayanlar olmuşlardır.
Biz Alevilerin bu anlayış, gelenek ve göreneklerini hesaba katmadan yapılan dayatmalar Alevileri hep rahatsız etmiş ve karşı durmuşlardır.

Bu karşı duruşlar çok büyük bedellere ve kitlesel katliamlara kadar varmıştır. Kimseye benzemeyen, kimsenin uydusunda olmayan, özgür ve bağımsız bir karekter olarak temel
ilke haline getirmişlerdir yaşam ve inanç biçimlerini.“İlimden gidilmeyen sonu karanlıktır” (Hünkar Bektaş Veli) ilkesini özümsemiş ve bir bayrak kadar taşımışlardır.
Bilimsel olarak, Hünkar Bektaş veli, Kaygusuz Abdal, Yunus Emre gibi düşünür ve bilge insanlar hep önderleri olarak bilmişler.
Mezopotamya ve Anadolu’yu bir bütün olarak kendi toprak ve şekillendikleri alan olarak görüp ve olmazsa olmazlarından bir parça olmuştur, Dünya coğrafyası içerisinde.
Kutsal kabul edeceği hiç bir şey yoktur Alevilerin. En büyük değer can ve canılarla başlayıp, bütün evereni kendi bedeninin yansıması bilir. Ya da, kendi bedenini, Evrenin bir minyatür oluşumu olarak bilir.
Yaşadığı gezegenin, evrende bir varoluş sonucu gelişen, galaksilerin yönetiminde, bilimin açıkladığı kadarını benimsemiş ve kendi özünde de evrenin olduğuna inandığı ve bilimsellikle hiç çelişmeyen bir bilimsel veri gibi somutlaştırmıştır. rızalık anlayışında kimse kimseye emretmez.
Dünya’nın, Güneş etrafında kendi döngüsü gibi, her canlı kendi döngüsü içinde olduğuna inanıp,hiç bir canlıdan rahatsızlık duymadan, herkesin kendi yaşam döngüsü için de ortak yaşama felsefesine bağlı bilimsel açıklamalarıyla, evren bir bütün, evren’in içindeki bütün varoluş ve canlılarla ortak yaşamı benimsemiştir.

DEVRİ DAİM VE SIRLAMA OLAYI

Yer yok iken gök yok iken dolaştım
Muallakda beyaz kufar’a düştüm
Kırkların ceminde engürü içtim
Ol yeşil kubbeye konduğum zaman
(Seyyit Feyzullah)

Aleviliğin en çeliştiği konu burasıdır. Hem anlatması zor, hemde, kabullenmesi.
Normal, sırlama mı?
Yakmaya da Alevilerin onayı var mı?
Sırlandığı yerde mutlak bir belirti olmalı mı?
Yani bir yazılı taş, kabartma, betonlama gibi bir eylem yapılmalı mı?
Bunları hiç konuşmayız ve sadece “hakka
uğurlama töreni” der geçeriz.

Alevi kızılbaşlığın öğretisinde temel dinamik ve diri görsel yanı ile de tüm canların süreci takip ettiği , ritüellerini yerine getirdiği hakka yürüme erkanı vardır.

Geçmişten günümüze kadar bu erkan tüm ulu mürşidlerimize ,ozanlarımıza uygulanmıştır. Dikkat ederseniz bu erkanı bu mürşid pirlerin ozanların hayatını dinlerken veya okurken daha da ötesi devletin resmi belgelerin de şöyle bir yazı dipnot bulamayız ,göremeyiz.Şu ocağın piri mürşidi ,dedesi ,ozanı islami motif ve ritüellerine göre selası şu camide okundu ,cenazesi bu camiye getirildi ,cenaze namazı şu imam veya bu hoca tarafından okundu ,kılındı cümlesini göremeyiz.

Özümüze ve söylevlerimize bakınca, büyük çelişki içindeyiz. Ama elbette söyleyecek sözümüz vemutlak bir kalıcı anlayışı bulmalıyız. Bu anlayış ise, bütün insanların kabulü olmalıdır. Biz Alevilerin anlayışında, “Devri Daim” ilkesi mevcut. “Ölürse ten ölür canlar ölesi değil” anlayışını herkes bilir ve bunun doğruluğunuda kabullenir. Peki neden somutlaşmıyor?Sıraladığımız bedeni neden bir beton yığınına çevirip, kutsal bir uğrak yeri gibi ziyaretler yaparız? Şimdiki olduğu gibi bir mera, kullanılmayan bir arazi gibi bir alan belirleyip, bedenleri sırlayıp, her sırlanan bedenin yan taraflarını ya da baş-ayak uçlarının geldiği yerlere bir meyve ağacı dikerek toprağı değerlendirip, beton ve taşlardan uzak, meyvelerden de herkesin yararlanması gerektiğini sağlamıyoruz?
Oysa her tenin en fazla bir 50 yıl ziyaret edeni olur ve sonrası unutulur. Kim dedesinin dedesini, ninesinin ninesini tanır da bir baba yada anasına duyduğu duygu ile aynı ziyaret duygusunu hiç tanımamış olduğu dedesinin dedesine yada ninesinin ninesini ziyaret eder yada etmiştir?
Bu konu, tartışmaya muhtaç bir konudur. Can’ın ölmediğini bilerek, sırladığımız bedeni ziyaret eder,dertleşir ve deyişer okuruz. Öz dilimizle değil, arapça yazılarla süsleriz taşların üstünü.
Şu soru sorulacağı kesindir bizlere. O kadar yatırlarımız, Eren ve Evliyalarımızın ziyareti neden yapılıyor?630 yıllık bir osmanlı zulmünden kaçan, gizlenen, Alevi-Kızılbaş olduğunu söylemeyen canların, her yatır bir sosyal buluşma ve örgütlenme alanları olmuştur. Hiç tahmin etmediği, hiç tanımadığı duymadığı köy ve yerleşim yerlerinin Alevi-Kızılbaş ve Bektaşi olduğunu ancak öylesi mekanlarda tanıyıp öğrene biliyorlardı geçmişteki atalarımız.
Buralar bir sosyal buluşma alnları haline gelmişti. Ama şimdiki süreçte artık bunlara ve böyle bir buluşma mekanlarına gerek yoktur.
Pir’lerin Piri olsa da mutlak sırlanması gerekir. Yaşarken ve canı tendeyken nasıl eşit ise, hakka yürüyüp, o bedeni terk edince de aynı eşitlikte sırlanması gerekir.
Yakma konusu bir toplumun vereceği karar olarak düşünelim ama, kimsenin vasiyetine de “hayır sen yanamasın” dememeliyiz. Dünya toplumlarında bu gerçeği uygulayanlar var ve biliniyor. Sadece eylem biçimleri farklı oluyor.
Bunun gibi bizleri bekleyen çok daha yolumuz var. Gençleri bizlerden ileri bakarak, daha bilmediğimiz çok konuyu tartışıyor ve bizlerden de bir çözüm bekliyorlar.
Madem bizler 72 millete eşitiz o zaman bu konuları genel bir kavram olarak ve yazılı bir hale
getirip, insanlığa da eşit bir yaklaşımda bulunmamız gerekir. Everensel değerler içinde ne varsa, kim nasıl yaşıyorsa, bizlerinde bu konularda bir sözümüz ve eylem anlayışımız olması gerekir.
Bir 50 yıl geriye gidelim ve hakka yürüyen canımız nereden ve hangi kurumdan sırlanacak mekana yollanıyor ona bakalım.
Hiçbir canın uğurlanacak bir mekanı yoktur sırlanacağı mekandan başka. Ne camiden ne de Cem Evlerinden uğurlanır sırlanacak canımız, sırlanacağı mekana. Bu erkan, evinin önünde olurdu. Yada bir Musalla taşı meydanında. Musalla taşı: Bir meydanın adıdır ve her köyde vardır. Bu meydan sadece, hakka yürüyen canımızın uğurlama anında kullanılır.
En yakınları ve tanıdıkları, dostları, musahip, kirve ve konu-komşu kim varsa herkesten helallik alınır.
Bir halka oluşturulur, canımızın alıp vereceği var mı o sorgulanır. Yani; hesap alıp verme yeridir. Herkese 3 defa sorulur “alacağı olan varmı” diye. Ya da 3 defa sorulur “vereceği olan var mı” diye ve helalleşme yapılır, gülbanklar ,nefesler,devriyeler söylenir, sırlanacak mekana götürülüp, topraktan rızalık alınarak sırlanır.
En önemli ritüellerimizden biriside budur.
Üç aşaması vardır; Paklama: Yıkama, sargılama, Haklama: Halka halinde olmuş topluma ayırt etmeksizin hakkının olup olmadığının sorulması ve Sırlama; Sırlama önce topraktan rızalık alıp,sırtı toprağa gelecek şekilde önceden hazırlanmış mekana yerleştirilip kapatılma sürecidir. Sağlığında nasıl, yönü insanaysa, sılama anında da yön tayin etmeden ama belirli bir sıralama nizamında, sırlama mekanına uygun olması gerekir.
Sırlandıktan sonrada, ziyaretler kesilmelidir. Gösteriş ve belirtiden kaçınılmalıdır.
Çünkü; Canımız artık toprak ananın rahmindedir.

Yaratan ve alan doğadır
Ne elçisi ne de Allahı vardır
Yarattığı canlılardan biri insandır
İnsanın geninde kendisi vardır
BT

MUSAHİPLİK VE KİRVELİK

Bir can iken eşdeşimi bulmuşum
Eşdeşli iki cana ıkrar vermişim
Dört can ile bir tek yola girmişim
İyi, kötü günde musahipiz biz
BT
Bu kavramlar Alevilikte olmazsa olmazlarındandır. Bunların tarihselliğine baktığımızda çok büyük bir sosyal değeri vardır. Her iki kavramında benzerlikleri aynıdır aşağı yukarı.
Sosyal değerlerinden ileri, manevi değeri oldukça manalı ve anlamlıdır. Ikrara bağlı bir kavramdır. Kirveliği ele alırsak, tarihselliği ilkel çağlara kadar uzanıyor. Afrika da eski kabileler tarafından ilkel bir şekilde uygulanıyor olması sonraları kurallaşıyor ve kuramsallaşıyor. İlk olarakta, Yahudilik inancı dönemlerinde resmileşiyor. İslamiyetin oluşum sürecinde de bire bir benimsenip, kural ve yasal hale getiriliyor. Ama Kur-an’da kesin bir hüküm bulunmuyor. Aslında bir elit olma ritüelidir. Faklı olmak!
Anadol’uya da, İslami inanç ve kavramları sonuncu yayılıyor ve Aleviler tarafından da benimseniyor.
Aleviler biraz faklı bir uygulama törenleri yapıyor kendi aralarında. Önce çocuğunu sünnet ettirecek aile kendilerine bir kirve edinmek zorundadır. Her yöreye göre farklı uygulama olsada, benim duyduğum (Uygulamasına tanık olmadım hiç) kirve varlıklı biri olması gerekir ki, çocuğun hem sünnet masrafını üstlenecek, hemde askerden gelip, evlenene kadar bütün sorumluluk ve masraflarını üstlenecek biri olmalıdır.
Bu bir imecenin ve dayanışmanın gereği olduğunu, sosyal yaşamda paylaşımcılığın gelenek haline geldiği bir kültür ve ritüelin gelenekselleşmiş bir hale bürünmüş oluyor.
Musahiplik ise, aynı sosyal bir dayanışma içerisinde biraz farklılıkları vardır.
İki yetkin ve evli çiftlerin, yol kardeşi olma ritüelidir. Yine biri zengin biri fakir ama bir birlerine ruhande bir sevgi ile yakın oldukları bir dörtlü olmaları, musahiplik kararı vermelerinin ikrarı sonucudur.
İnce bir yoldur. Büyük sorumluluktur, 7 göbek kız alıp vermeleri uygun görülmez. İşte bunları artık
Alevilik bir ortak anlayış içinde çözümlemelidir. Gençiğe karşı bir sorumluluğumuz olmalıdır. Amca kızı, dayı kızı, teyze, hala kızı ile evleniyor ama Musahip’inin kızı ile evlenemiyor. Dayanışma, yol kardeşliği, sosyal bir ilişki ağı olması çok güzel ama bazı katı kural konulması da artık geçerliliğini yitirmiş olması gerekir. Belki geçmiş süreçlerde gerekli ola bilir ama yaşadığımız bu süreçte gençliğimize karşıda bir sorumluluğumuzun bilincinde olmalıyız.

İNANÇ BOYUTU VE KAVRAMLAR

Sorma ne hacet bizleri sofu
Ta ezel künyede ismimiz vardır
Dünya kurulmadan yüzbin yıl evvel
Ol yeşil kandilde cismimiz vardı
(Devranî)

Ta ezelden kandildeki nurdayım
Binde bir can eremedi bu sırra
(Dermanî)

1-Hangi inanç, hangi din,ve hangi yol?
2-Hangi dilde, hangi kültürde ve hangi gelenekte?
Her iki soruların içindeki kavramlar tam birer kavram kargaşasıdır. Bunları nasıl aşıp, bu kavramlar kargaşasını bu kavramlar yumağını nasıl çözmeliyiz ve nasıl aşmalıyız?
Bu konular oldukça tartışılmaya ve bir o kadarda, ortak mutakabat sağlamaya muhtaç konulardır. Kimsenin karşı çıkmayacağı, kimsenin kimseye niçin, neden dedin demeyeceği bir ortak mutakabat mutlak sağlanmalıdır.
Konuya gelirsek; Allah* Rab* Haq* Hûda…
*Allah” kavramı: Söylemeyelim ama, söyleyenlere karşı da bir cephe almayalım. İnancına kim nasıl bir kavramla bakıyorsa baksın (Bu genel bir anlayış olmalıdır.Alevi olmayan ama bizimle mücadele eden, bizler gibi yaşamak isteyen dost ve yoldaşlarımız için) Allah kavramından rahatsızlık duymayalım.

*Rab” Kavramı: Allah kavramının, bir başka dilde ve bölgede çok telaffuz edilen bir kavramdır.
Yukarda belirtildiği gibi bu kavramda bizleri rahatsız edici bir kavramdan çıkartılıp, bizim
biatsız ve vardan varoluş inancımızın yanında olmaları, tek kavramla kargaşa olarak görülmemelidir.

*Haq,(RaHaqq) yada Hakk” Kavramı: Bu kavram, Allah sözcüğünün bir karşı duruş anlayışıdır, yada öyle anlaşılır.
Sakahum sırrı inancı içerisinde bir yaratıcı olarak kullanılır. Allah nasıl yaratıcı ve Adem ve Hava’yı yaratmışsa, RaHaq’ta, Naci-Naciye’yi gökten indirmiştir. Biri çamurdan yaratmış, diğeri gökten indirmiş!
Biz Alev-i’ler olarak, vardan var olmuş, ezel beri (Galubela) süre gelen, yoluna devam eden ama sürek (devam) olarak sonsuza yürüyenlerdeniz. Aynı anlayış, yani biatsız varoluştan yana ortak yaşam biçimini, rızalık şehir anlayışını özümsemiş ise her sorunu süreç içinde aşacağız demektir.

Hüda” Bu kavram çok sesli bir kavram. İsim olarak da kullanılır. Hükümdar olarak da, Tanrı, Hakk gibi kavramları olsada, Arap olmayan halklar tarafından kullanmaya başladığını biliyoruz.
Bazı anlayışlarda, Hüda’ya Işık, gök, güç gibi çok büyük anlamlar da yüklenmiştir.
Bu gibi sözcük, kavram ve inanışlar bizleri asırlardır oyalamıştır.

Biz, Alev-i’ler artık yolumuzu ortak kılacaksak yönümüz insan, sevgimiz doğa, aşkımız yaşam olmalıdır. İlla bir kavram mı yada bir kavram çağrıştıran mı koymalıyız? Belki de halkın beklentisi budur. Gençliğe de hitap edecek bir kavram
olacaksa en güzel kavram EVREN kavramıdır.
“Evren olsun” diye biliyor muyuz?
Örnek; “Everen bilir, evrenin işi, evren ne derse, evren akıl versin, evren kabul görsün gibi yüzlerce sözcük türetebiliriz ve bu kavram,
manifesto yada rönesans bildirisini okuyan ve gerçekten anlamak isteyen herkesin ortak yaşam felsefesi olan Evren konusu benimsenir kılınmalıdır.

ALEVİLİKTE HAKK ANLAYIŞI

Gönül kırma incitirsin evreni
Evren yönetiyor senin devrini
Her canlı eşittir bilsen kendini
Kırarsan bir kalbi incinir canlar.
BT

Hakk konusunda çok şey söylenir, yazılır, seminerler verilir, tartışmalar yapılır, ayrımlar yapılır gibi onlarca soru ve kavramlar yükleye biliriz. Ama ne yazık ki bir tek kavram vardır adı haktır.
Evrende ve doğada meşru olan ne var ise haktır ve gerçektir. Bu meşru olan her şeyin kaynağıda hakktır. İçsellik ile, mantığın bir birleşkesi gibi haktan uzaklaşınca insanın içi acır, mantığı karışır. İçi acımayan ve mantığı bulanmayan ya düşkündür, yada hakk tanımayandır.
Aynı zamanda da ADAB ve NEFS’in kalesidir Hakk! Adab: İnsanın karekteridir, davranışının bir ölçü birimi gibidir. Saygınlığın, saygının bir ilkesel davranışıdır.
Nefs: Bir eğitim, terbiye, öğretim, var ile yetinme ve fazlasına göz koymama, “El-Dil-Bel anlayışının en temel kaynaklarından ilki nefs ise, bir diğeri adab’tır.
Bunların hepsi Hakk ile ilgisi ve bağı kopartılamaz. Bu konuları biraz olsun anlaşılır dille yazmamızdaki gaye, herkesin anlayacağı bir dil kullanmaktır. Bu da bir hakktır aslında. İnsanları terim ve ideolojik kavramlarla bazı anlaşılır olanı da anlaşılmaz kılıyoruz.
Hakk insanda bir onur gibi her an her saniye unutulmaması gereken bir kavram olmalıdır.
Ki, her an hakkını savunacak bir karşı duruşa geçmelidir. Hakk edinmek için, haklı olmak gerekir. Hakkın olmadığı yerde, hakk iddia etmekte haksızlıktır.
Alevilikteki Hakk ve İnanç anlayışı nasıl bir metafizikte, bilginin kaynağı yok ise, Alevilktede bizim kaynağımız belirtilemez. Ezeldenberi, vardan var olanlar isek, doğa nasıl denğeler üzerine kurulmuş ise, Alevilikte dengeler üzerine kurulmuştur. Hakk anlayışıda, doğa dengeleri kadar büyük bir kavram ve anlayıştır.
Dara durmakta, Hakk ihlali sonudur, nefsini koruyamama sorunudur, adabını aşma sorunudur.
Her inanç ve ritüel anlayışımız, kavram kargaşasına neden olmadan, açık dille anlatıp, farklı anlayış ve anlatımları büyük bir ayrıcalık gösterip, inanç, söylev ve yazınsal olarak çelişkiye düşmeden, geleceğe ve geleceğimize bir yazınsal sunum yapmalıyız.
İddamız yok, dayatma ve diretmemiz yok, evrensellik bize ne sunmuş ise ondan başkasına inanmayız.

Biz bu ezberleri bozmaya devam edeceğiz.
Taki kendimiz olana kadar.
Nasıl mı?
Örneğin; hepimizin soyu aynıdır!
Hepimizin soyu SU’dur.
Hepimiz bir damla sudan olmuşumuzdur.
Kutsallığımız SU’dur.
Işığımız Güneş’tir. Yani beynindir, gözlerindir.
Bedenimiz topraktır.
Güneş, Su ve Toprak ortak malımızdır.
Havva candır. Yani; Nefestir. Soluduğun soluktur, canındır soluğundur.
O kesilince, canın yoktur! Soluğun bedenden çıkınca, Evrene dönersin, bedenin de toprağa.
Yani sen Evrensin.

MAKAM MEVKİ OLUŞUMLARI

‘’Bir gün dönüp geçmişe baktığınızda, mücadelelerle geçen hayatınızın en güzel yılları olduğunu fark edeceksiniz. ‘’
Freud

Ağzından giren kirletmez seni
Çıkacak bir sözle kırarsın kalbi
Karekterin seni edecek Nebi
Kaçarsa ölçüsü benliğin kaçar
BT

Alevilikte makam ve mevki kavramı yoktur. “Baş-ayak, ayak-baş” ilkemizin hiç bir ritüelimizle çelişmeyeceği gerçeğini görmek gerekir.
Pir posta otururken de katılımcıların hepsinden rızalık istemesi, Pirden bir şikayeti olan varsa, dara çekme hakkının olduğu, destur alındıktan sonra “Dara durma toplantısının başladığını, semah, müzik, yargı, lokma, yol kardeşi olma, ritüellerinin yapıldığı bu toplantının rızalık alındıktan sonra, sonuna kadar Pirin toplantıya öncülük etmesi bir kollektif anlayışın ve birlikteliğin uygulanmasıdır.

Alevilikte Parti, dernek, vakıf, yönetim, kurul, yürütme, başkan, yardımcı, sekreter gibi oluşum ve bireysel yetki bulunmamaktadır. Bu oluşum ve yetkisellik, popilist olmayı, egoist, kibir abidesi, kendini herkesin üstünde görme anlayışını da beraberinde getiriyor oluşumun kendi doğallığı gereğini ortaya koymaktadır.

Peki bizde ne vardır?
Bizde, Meclis vardır.Herkesin katıla bileceği, söz hakkının olduğu, ortak kararların alındığı bir rızalık oluşumudur. Bu meclis, rızalık verilerek bir divan oluşur.
Bu divan meclisi baştan sonuna kadar söz alıp-verme işlevini yapar, not tutma görevini yapar.
Yazı oluşum divanı: Yazı işlerinden sorumludur ve meclisin beynidir. Bütün yazılı dosyalar, arşivler, belgeler, toplantı zamanını ayarlama gibi görevleri olmalıdır.
Basın oluşum divanı: Görsel ve yayın oluşumları ile ilişkide olup, sorunları ile ilgilenmek, ihtiyaçlarını temin etme, her türlü iletişimi divanla sağlamasıdır.
Sanat oluşum divanı: Sanatçıların eğitimi, ihtiyacı, sanat dallarının ihtiyaç sorumluluğu, ürettiği ürünleri bölgelere tanıtması gibi sorumlulukları olmalıdır.
İletişim divanı: Meclisler ve divanlar arası iletişimi sağlamak, sorunları meclise taşıma görevleri gibi görevleri üstlenip, içerdeki ve dışardaki bütün gelişmelerin gözlemcisi ve duyumu üstlenen bir iletişim divanı olmalıdır.
Organize divanı: Bu divan, bir 12 hizmet görevi gibi görevi olmalıdır bütün Dara durma
toplantılarını organize eden, toplantının amacı ve ihtiyaçlarını, toplantının başından sonuna kadar üstlenip, toplantının amacına göre şekillenmelidir.
Yani; Görgü toplantısı mı, Yol kardeşliği toplantısı mı, Hızır toplantısı mı hangi amaçta olursa olsun organize divanı’nın hizmetkarlığında olmalıdır.

İŞTE ALEVİLĞİN ORTAK YAŞAM ANLAYIŞI OLAN ORTAK YAŞAM YOLU

RIZALIK ŞEHRİ

Rıza Şehrinde tartı yok, terazi yok, para yok, pul yok, vergi yok, toprak, su herkesin ortak malı alınıp satılamaz. Herkesin ihtiyacına göre kazanç ve yeteneğine göre iş, tahakküme yer yok. Mutluluk ve acılar paylaşılır, zorlama ve şiddet içermez. Her canlı eşittir. Canların üretimdeki rolleri önemlidir ancak belirleyici değildir.
Rıza Şehrinin temel felsefesi tüm özel mülkiyeti ret eden bir komünal yaşam şeklidir. İnsanların ortak üretimine katılımları sağlanır. Doğal yaşam ve ortak bilinç, demokratik yaşam ve örgütlülüğü esas almaktadır. Akrabalık dahil her türlü hiyerarşilerin ortadan kaldırıldığı ve insanlık temeline dayalı özgür birey ve toplumsallığı esas alır.
Alevilerin temel yaşam ve inanç felsefesini oluşturan, rızalık şehri ütopyası, canlının canlı üzerinde tahakkümünü ret eder. Bu bağlamda erkeğin kadın, gencin yaşlıya, bir etnik grubun diğer bir gruba, devletin vatandaşa, bürokrasinin bireye, bir sınıfın diğer sınıf üzerindeki tahakkümünü kabul etmez. Bu şehir de cinsiyetçi anlayışa yer yok. Dolaysıyla cinsel şiddet ve sömürüye izin verilmez. Rızalık şehrinin insanları, toplum olmadan birey var olamaz, kişisel değil, toplumsal özgürlük yaşamın vazgeçilmezidir.
Rıza şehrinin insanları, burjuva sınıfının tüm ilişkilerin metalaştırıldığı bilincinde olup özel mülkiyetin dayattığı baskı, devletin uyguladığı anti demokratik uygulamaya karşı toplumsallığı korumak ve geliştirmek üzere, sömürü düzeninin nedenini tespit ederek sınıf bilincini üst noktaya çıkartır.
Rızalık şehrinde yaşayan Kızılbaş-Alevi yol erinin, uymak zorunda olduğu toplumsal ahlaki öğretinin özünü oluşturan kişinin toplumla barışık olması tüm insanlara bir gözle bakması yolun esasını teşkil eder. Kişinin kendisi ile barışık olması kendi özüyle hesaplaşması, nefsine göre değil, yol ve erkân ölçülerine göre davranışta bulunması, sabırlı, hak, vicdan ve adalet sahibi olması, yol kardeşine, yol erkana göre davranması, paylaşımcı olması, YARİN YANAĞINDAN GAYRİ her şeyin ortak olduğunu bilincinde olması,
Alevi- Kızılbaş inancı ve öğretisinin yaşam ütopyasının şehri olarak tanımlanan rıza şehrinde yaşayan her can, her yol eri ve yol bileni, sırr-ı hakikate, kamil insana ulaşmanın çabası ve kaygısı içerisindedir.
Saygılarımla,
Kazım DURSUN

Emekte payı olmayanın, paylaşım da’da payı olmayan bir sürecin Rıza Şehri ile imece yaşam
geleneğimizi oluşturma çalışmaları yapılmalıdır.
Rıza Şehri çok iyi anlatılmalı ve yaygınlaştırılmalıdır.

ALEViLiKTE ÖZEL GÜNLER

Özel günlerimiz saklı gizlidir
Gagan’ımız yasak, Nevruz pimlidir
Hızır günlerimiz birçok dillidir
Hıdır-İlyasımız korkudur sanki
BT

Alevilikte özel günlere, kendi inancımız ve değerimiz olan, doğanın bize sunduğu Nevruz’umuz ile başlamak en doğru yoldur.
Bizlerin inandığı, vardan varoluş felsefesine bağlı olarak ve evrenselliğin, evrimselliği içerisinde kalarak, özümüzle yüzleşmek zorundayız.
Nevruz’u şöyle açıklamak gerekir. 21 haziran’ı 22 Haziran’a bağlayan gece bir gün dönümüdür
ve en kısa gece, en uzun gündüzdür zaman dilimi olarak.
Tam tersi olan, 21 Aralık ve 22 Aralık gecesi olan değişim, gün dönümü ise, en uzun gece ve
en kısa gündüzü gösteren zaman dilimidir. İşet; 21 Aralık ve 21 Haziran’ın ortası olan 21 Mart’tır. Yani; Gece ile gündüzün eşit olduğu gündür. Bu günü doğa bize yılbaşı olarak sunmuştur.
Aynı güne denk gelen direnişlere saygı duymakla beraber, en temel ve bize doğa tarafından sunulan bu güne saygı duymak gerekir. Nevruz sadece, yılbaşı olarak değil, aynı zamanda baharın gelişini müjdeleyen gündür.
Baharın müjdesi Cemre ile başlar.
Cemre: Arapça bir sözcüktür. Ateş ve Kor anlamında kullanılır.
Anadolu’da ise; İmre, Zehmeri gibi sözcükler kullanılır.
1.Cemre 19-20 Şubat havaya, 2. Cemre 26-27 Şubat suya, 3.Cemre 5-6 Mart toprağa düşer.
Yani doğa ön hazırlık olarak, ısınma işlemini sıra ile yapar. 2 hafta sonrada artık doğa hazırdır, Nevruz ile uyanmaya. Gece ile gündüz eşitlenmiş, günlerin uzamaya daha fazla başladığı bir gün olarak ve sıcaklığın artması, bitkilerin uç verme zamanı gelmiştir.
Harika bir süreç. insan nasıl aşık olmasın böyle bir doğa olayına! Bizim, ayet ile hurafe ile ne ilişkimiz olur. Her şey açık ve net. Bu bizlerin en özel günüdür ve yılbaşıdır aynı zamanda.

Diğer özle günlerimiz ise, anma törenleri gibi, bazı değerlerimizin devriyesinde bir arada olmak için toplanırız. En büyük anma toplantılarımız, Abdal Musa Anma Töreni ve Hünkar Bektaş Veli Anma törenleridir. Abdal Musa; Genellikle her yıl Temmuz’un
ilk haftasında 3 gün süren anma törenleri vardır. Şimdi Uluslararası bir etkinliğe dönüşmüştür.

Bir diğer önemli anma törenlerimizi ise, Hünkar Bektaş Veli’yi anma törenleridir.
Her yıl Ağustos’un 16,17 ve 18 günlerinde gerçekleşir. Uluslararası bir etkinlik yapılmaktadır.
Bütün Alevilerin merkezi sayılır konumunda olan, Hünkar Bektaş Veli kasabası, Devlet tarafından da mercek altındadır.

Nevruz’un uyanışıyla ve baharla başlayan bir süreç, ekim ayında bütün gıda ihtiyaçlarımızın
tedarik süreci bitmiş, kış hazırlığımızın başlayacağı süreci eksiklerimizi tamamlayıp,
Dara durma toplantılarımızın, başladığı süreç yaklaşırken, Aralık’ın sonu itibariyle 24 Aralık başlayıp dara durma toplantılarımız 21 mart’a kadar süren bir zaman diliminde gerçekleşir.

Hıdırellez kutlamaları. Bütün dünyayı ilgilendiren bir kutlama biçimi vardır. Orta Asya, Ortadoğu, Anadolu, Balkanlar gibi coğrafyalarda mevsimlik kutlanan bir tören ve buluşma günleridir.
Darda kalanların yardımcısı olma anlayışı olan, Hızır ile denizin buluşmasıdır. Hava ile su buluşması gibi. 6 mayıs’ta başlayıp 7 kasıma kadar yaz günlerini ve 8 kasımdan
5 Mayıs’a kadar kış günlerini içeren, yılın 12 ayında Hızırın darda kalanlara yardım edeceği
kutlama ve anma toplantı ve buluşmalar, 4-5 ve 6 Mayıs bazen “bahar bayramı” adı altında kutlanıp, herkesin kırlara çıkıp, sevdaların, aşkların buluşması olarakta 3 gün bir eğlence havasında kutlanır.

Khan-Gagan:Yaşlı ve eski anlamındadır.
Aralık’ın,21’i, 22’ye bağlan gece gündönümü olduğundan, gün ışınlarının bu günden itibaren
daha erken dünyamızı aydınlatacağından dolayı gün ışınlarına saygı niteliğindedir.
İlk kutlama günü 24 Aralıktır. Tam 7 dakika artık erken gün ışığı gelmeye başlamıştır.
Dersim yöresinde çok daha canlı ve özel bir gün olarak yöre gömmesi (Babiko) yapılıp
mezarlar ziyaret edilip gelinince, gömmeler yenir ve lokma olarak gülbank okunur.
Gagan etkinlikleri. Bir başka adı cadılar bayramıdır. Amerika ve Avrupa’da Waynak, Kerstmiş, Sinterclaas (Noel) olarakta kutlanan bu etkinlikler, genellikle 31 Ekimden sonra başlayıp, Şubat’a kadar süren, Şubat’ta da çok büyük kutlamalarla son bulur. Bu şubat kutlamaları eskiden 40 gün tutulan orucun başladığı güne de denk getirilir. Önce 3 gün delicesine eğlenirler sonra oruca başlarlar. Şimdi Oruç geleneği bütün Hiristiyan aleminde kalkmıştır.
Bu da Cemre’nin havaya düşme tarihlerine kadar süren bir zaman dilimini kapsar.
Anadolu’da ise genellikle Dersim yöresinde olmazsa olmazlardan biridir pagan buluşmaları.
Çok faklı giysiler, paylaşımcı, dayanışmacı, kurt’u, kuşu da düşünerek, dallara yiyecekler asıp,bazı noktalara yiyecekler bırakıp, bütün canlılarla eşdeğer ve paylaşımcı bir kutlama
süreci başlar.

DöRT KAPI KIRK KURAL (Olmazsa olmaz denilen)

Doğusu batısı güney kuzeyi
Dört tarafa açılan on’ar kapısı
Toplamını saysan kırktır yapısı
İnsan bedeninde vuku bulmuştur
BT

Hünkar Bektaş Veli’nin tesbit ettiğine inanılır,dört kapı, kırk kural.

Önce, DÖRT KAPI kuralları:

1.Bel Kapısı -Giriş-Mertebesi
2.Yol Kapısı -Zâhidlik- Mertebesi
3.Marifet Kapısı -ADAB- Âriflik Mertebesi
4.Hakikat (GERÇEK) Kapısı -Gök Aman–Yer Ana Musayiplik Mertebesi

1.Giriş Kapısı’nın Kuralları:
……………………………………
1-Güven vermek
2- İlim öğrenmek
3- Görev bilmek
4- Haramdan uzaklaşmak,
5- Ailesine faydalı olmak,
6- Çevreye zarar vermemek,
7- Pirine itahat (Saygı) etmek,
8- Şefkâtli olmak,
9- Fiziki ve mânevi yönden temiz olmak,
10-Kötü işlerden sakınmak.

2.Yol Kapısı’nın Kuralları:
…………………………………..
1- Ikrar vermek,
2- Mürşidin öğütlerine (Tutmak) uymak,
3- Temiz giyinmek,
4- İyilik yolunda mücadele etmek,
5- Hizmet etmeyi sevmek,
6- Haksızlıktan korkmak,
7- Ümitsizliğe düşmemek,
8- İbret almak,
9- Nimet dağıtmak,
10- Özünü fakir görmek

3.Marifet (ADAB) Kapısı’nın Kuralları:
……………………………….
1- Edepli olmak,
2- Bencillik, öç alma isteği ve garezden uzak olmak,
3- Dayanma (Direnmek),
4- Sabır ve yetinme,
5- Utanma,
6- Cömertlik,
7- İlim,
8- Hoşgörü,
9- Özünü bilmek,
10-Anlayışlı olmak

4.Hakikat (GERÇEK) Kapısı’nın Kuralları:
………………………………………………………………..
1- Alçakgönüllü olmak,
2- Kimsenin ayıbını görmemek,
3- Yapabileceğin hiçbir iyiliği esirgememek,
4- Doğa’ın her yarattığını sevmek,
5- Tüm insanları bir görmek,
6- Birliğe yönelmek ve yöneltmek,
7- Gerçeği gizlememek,
8- Anlamı bilmek,
9- Evrensel sırrı öğrenmek,
10-Doğa’nın varlığına ulaşmak.

NOT: Bit çok kurum, kuruluş, federasyon,dernek ve vakıf gibi oluşumların tüzük ve
ilkelerini inceledik. Bu RÖNESAS anlatımına en yakın düşünceyi,
Çağdaş Aleviler Birliği-Platformunda bulduk. Rönesas anlatım yazımızıda,
Çağdaş Aleviler Birliği-Platformu logosu altında yayımlamayı uygun bulduk.
Seslenişimiz bütün Alevi, Bektaşi ve Kızılbaş anlayışı içinde olan ve benimseyen
herkes içindir.

ÇAĞDAŞ ALEVİLER BİRLİĞİ-PLATFORMU DERKİ
ALEVİLİK NE İSTİYOR, TARİSEL BİR DÖNEMEÇ Mİ, YOKSA BİR RÖNASANS MI?

ÇAP: Çağdaş Aleviler Birliği Platformu tarihi bir geleceğe parmak basıp, Aleviliği subjektif anlayışlardan uzaklaştırıp, kendi eksenine oturtmaya çalışıyor. Bu kendi ekseni (Rönesans) içinde vardan varoluş teorisini benimseyip, Biat anlayışını reddedip, özgür ve bağımsız yaşam anlayışını ilkeler halinde bir kavramsallığa büründürme çabasındadır.
Aşağıdaki satırlarda İlkelerimiz ile daha geniş bir anlatımla vurguluyoruz!

ÇAĞDAŞ ALEVİ BİRLİĞİ MECLİSİMİZİN İLKELERİDİR

Aleviliğin, Cümle varlığı hak bilen ve bütün varlıklarla birlikte insanı yaşamın merkezine alıp, tüm varlığa karşı sevgiyi öne çıkarması, ayrımsız, eşit, paylaşımcı felsefesi egemenlerin her daim korkulu rüyası olmuştur. Felsefesi ve erkanlarıyla vahiy (Semavi) dinlerden ayrılır. Vardan var olmayı savunur.
Baskı ve asimilasyon Aleviliği hedef almıştır.
Geçmişte Aleviler katlediliyordu şimdi ise Alevilik katledilmekte ve asimilasyon beyinleri (Aleviliği) hedef almaktadır. Alevi kurumları Diyanetin kaldırılmasını isterken Diyanetten Kur’an isteme noktasına varmıştır. İnanç olarak kendimiz olursak var oluruz. Gönülleri birleme zamanıdır. Bu süreçten zinde çıkıp, geleceğe emin adımlarla yürüyebilmemiz için, Alevilik temel değerlerini ortaya çıkarmak ve bu değerler üzerinden yapılanmaya gitmek zorundayız. Bugünü örgütleyip yarını yaşanır hale getirmeliyiz. Yeryüzü(doğa)ve insanlık acı ve zulüm içindedir. Biz bundan sorumluyuz. Çünkü görüyor-duyuyor-hissediyoruz, tanığız. Bizler; sorumluluğumuzu yerine getirmek için Yol’a çıktık. ‘’Yol cümleden uludur.’’ gerçeğiyle diyoruz ki;
1- Bin yıllardan beri baskı zulüm, kıyım yok etmelere karşı günümüze kadar yaşayan Aleviliğin değişmez temel değeri ‘’VARLIĞIN BİRLİĞİ’’dir. Bu düşünceyle SEVGİ’Yİ esas alıp yaşamlarını korku değil sevgi üzerine kurarlar. O yüzden Pirlerimiz ”Gerçeğe Hü” der. Varlığın Birliği, evrendeki bütün varlıkların aynı cevherden olma (Ateş- Hava-Su-Toprak) ve aralarındaki değişmez uyumun HAK olduğunu kabul etme halidir. Bütün evrenle semah döneriz. Kutsallarımız, ziyaretlerimiz doğadandır.
2- Varlığın Birliği inancı ile var olanların arasında düşünme, düşündüklerini yapma yetisini geliştiren yegâne varlık İNSAN’DIR. Onun bu özelliği “en yüce değer’’ olarak yaşamda merkeze konmasını sağlamıştır. ‘’Okunacak en büyük kitap insandır.’’ Demiş pirlerimiz (canlı kitap). Erkanlarda cemal cemale oluruz. ‘’Hak Gönlümüzde’’ der, elimizi gönlümüze koyarız.
3- Varlığın Birliğine inanan İNSAN, aynı cevherden olduğunu bildiği bütün varlıklara yaklaştığı gibi “Yetmiş iki milletten” oluşan diğer insan topluluklarına da eşit ve değerlerine saygılı davranır. Hiç bir kişiyi, aileyi, kabileyi, soyu, milleti, dini, mezhebi, tarikatı, hiç bir sınıf ve zümreyi ayrıcalıklı kılamaz.
4- İkrar ve Rızalık yolun esaslarındandır. ‘’El ele, el Hakka’’ düsturuyla Mürşit, Pir, Rehber, Talip ikrarlarıyla var olmuş bir yapıdır. Erkanlarında, Hak meydanında Rızalık esas alınır. ‘’Gönül kalsın, Yol kalmasın.’’ ilkesiyle herkes Yol’un Talibidir.
5- Varlığın Birliğinin ikinci adı olan Alevilik, sınıflı toplum sistemlerine geçildiği dönemden itibaren, gördüğü baskı, zulüm, kıyım karşısında varlığını sürdürmek adına saklandı, gizlendi, sırlandı, başka gömlekler giydi, başka donlara büründü. Aşık-ı sadıklar kültürel belleğin taşıyıcısı olmuşlardır. Bağlama (telli kitap) ile aktardığı kelamlara kutsallık atfetmişlerdir. Asırlardan bu yana unutturulan, saklanan, gizlenen, şifrelenen, sırlanan Yol değerlerinin sözlü anlatımdan yazılı-görsel-dijital anlatıma geçtiğimiz günümüzde üstümüze yapışan bütün kirlerden, tozlardan arınmayı çaba edinir.
6- Erkanlarımızı (Cem ve hizmet prensipleri, musahiplik, kirvelik, evlilik(nikah), doğum, Hakka uğurlama ) Alevi temel değerlerinden sapmadan çağdaş değerlerle yenilemeliyiz. Bu Erkanların yeniden düzenlenmesi ile birlikte, Cem’de hizmet edecek olan canların tercümanları ve pirlerimizin hizmet gülbankları ile hizmetlerin yaşamdaki manaları açıklanmalı. ( Hizmetin tamamı günümüz şartlarına teknolojinin getirdiği kolaylıklara göre isimlendirmeli ve düzenlenmeli.) Bunun için Pirler(Analar, Dedeler), babalar, hizmet erleri ve bilim insanlarından oluşan Yol Erkan Kurulları oluşturmayı benimser.
7- Kadınlar Yol’un Işığıdır. Geri bıraktırılmış temsili yete karşı mücadele eder. Kadınlarımızın yeniden Pir, Ana olarak yerini almalarını sağlamayı hedefler. Kadın ve gençlerin kurumsal ve inançsal eşit temsili yeti için mücadele eder.
8- İnsanlık suçlarına karşı mücadele eder. Hak ihlallerine karşı mücadele eder; ötekileştirmeye, başta cins ayrımcılığına ve her türlü ayrımcılığa karşı mücadele eder.
9- ’’Varlığın Birliği’’nin ana prensibi olan bütün canlılardan rızalık alarak kullanma prensibini hayatımıza yeniden sokup doğanın sürdürülebilirliğini hayatımızın vazgeçilmezi sayar. Doğa ve yaşam hakkı için mücadele eder.
10- Ortak akıl ile karar almayı ve meclis örgütlülüğünü ilke edinir. Kırklardaki gibi ‘’Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz’’ düsturunu benimser. Rızalık ve Liyakati esas alır. Demokratikliği ve temsilde adaleti vazgeçilmez görür. Toplumsal barışı savunur.
11- Gençler ve Çocukların bugünü ve geleceği için çaba gösterip geçmişi geleceğe taşımak için eğitime önem verir. Toplumsal paylaşıma açık dijital kütüphaneler kurmayı, yazılı ve görsel yayın yapmayı, çocuklar için çizgi film ve kitaplar hazırlamayı hedefler. Gençlerin temsilde yer alması ve geleceğin kadroları olması hedeflenir. Pozitif ayrımcılık uygulanır.
12- Alevi toplumunun sağlıklı iletişim araçlarını organize eder. Var olan medya kuruluşlarıyla iletişimi savunur. Bireysel değil, toplumsal olmayı esas alır. Bilginin toplumsal paylaşımı için tüm medya araçlarını kullanır. Sürelik yayını hedefler.
13- İKRAR Kurumları olan ‘’Ocak’’ örgütlülüğünün çağa uygun olarak yenilenmesini rızalık, liyakat ve hizmet esaslı örgütlenmeyi savunur. ‘’Yol sürenindir.’’ 4 kapı 40 makam öğretisiyle suç ve cezayı değil, arınma ve suç işlememeyi, gönül yapmayı, gönül kırmamayı arı ve arıtıcı olmayı esas alır. Görgüyle ‘’Ölmeden önce ölmeyi’’ yeniden doğmayı, kinden kibirden arınmayı, özünü dara tutmayı bilir.
14- Önüne koyduğu hedefleri gerçekleştirmek için dernek, vakıf, kooperatif kurarak yurt içi ve yurt dışı etkinlik, kurs, araştırma, seminer, panel, sempozyum, sanatsal etkinlikler, fuar, sergi, festival, tarihi turlar, yarışmalar düzenler. Komisyonlar ve araştırma grupları kurar.
15- Diğer Alevi kurum ve platformlarıyla ilkeli birliktelikler ve çalışmalar yapar. Farklılığımızı zenginlik kabul edip bir arada, cemal cemale muhabbeti önceler. Muhabbetten geçen Hak’tan geçer. ‘’Her kuş kendi dilinde öter.’’ kıssasıyla ana dilde, anlaşılır dilde erkân yürütmeyi savunur.
16- Barış, Emek ve Demokrasi bileşenleriyle ‘’Varlığın Birliği’’ İnanç-yaşam ilkelerinden taviz vermeden eşit yurttaş olacağımız demokratik laik bir ülke mücadelesinde yer alır. Siyaset ile ilişkisini Alevi hakları ve demokratik haklar çerçevesinde kurar.
17- Alevi Yol’una ait tarihsel taşınır, taşınmaz yerlere sahip çıkar ve kullanımının Alevilere ait olma mücadelesini verir. Ziyaret, mekan, makam envanteri yapar.
18- Alevi talepleri yeniden güncellenmelidir. (Camiye ne veriyorsanız bize de onu verin söylemleri çoğalmış, Diyanetin kaldırılması dillendirilmemektedir. Kimi belediyelerle kimi vali ve kaymakamlarla faaliyet yürütme noktasına gelinmiştir.)
19- Yol değerlerinin kavranması sağlanmadan doğru adımlar atılması zordur. Yol okulu ve kadro eğitimi için ortak çabalara yönelir.
20- Yol’umuzda Hızır inancı önemli yer tutar. Zalime karşı mazlumdan yana olan bu Yol, umudu diri tutar. Birbirimizin Hızarı olma düşüncesiyle birbirimizle yardımlaşma ve dayanışma içinde olmayı savunur. Üretim ve tüketim kooperatifleri kurmak amaçları arasındadır.
21- Müşküllerin çözümünde dara durmayı esas alır. Yol’umuzun ışığıyla ‘’Gerçeğe Hü’’ diyerek sevgi ve istenç ile barışçıl-adaletli-kardeşçe bir dünya yaratabiliriz. Rıza şehri yaşam hedefimiz arasındadır. Ortak bir ikrarda buluşmak, ortakça üretmek ve paylaşmak aşkıyla bir araya gelip geleceğe çerağ uyandırmaya çağırıyoruz.
Aşk ile…

Yazıp hazırlayan: Bektaş Tosun
Redakte ve katkı: İbrahim Ergin (Sosyolog)
Yönetmen: Aydın Can
Yazılı ve sözlü katkısı olanlar: Süleyman Deprem, (Yeksani-Pir) Hasan Doğan, Cemal Zöngör, Hüsyin Mirza karagöz,
Feramuz Acar, Ali Kaya, Kemal Atalar,Zülfü Akar, Kemal Cenik, Zafer Aydodu, (Akademisyen-Filozof)
Seyit Ebilstan Alçiçek canlarlar sürekli iletişimde oldum. Teşekkür ediyorum emeği geçen herkese.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*
*